10 Nisan 2011 Pazar

ÖYLESİNE İÇTEN GELEN

Öylesine içten gelen,
Yazılması geciktirilmiş,
Basıncı azaltılmış nefretlerin , kelimelerine hükmeden;ben
Her satır başı buluşmalarında
Ritmi çalınmış heyecan koşuşturmalarımda
imla sendromlu cümleler katarlarını sıralarken,
Nedensiz ukala , şımarık haykırışları balçıkla sıvamışım; meğer,
Hiç ama hiç istemeden.
Gaza gelmiş, cesaretimin zirvelerini zorlarken ,  bir anda,    
Korkunun eteklerine sarılmışım 

7 Nisan 2011 Perşembe

ÇEKİŞMELER

Bu kadar mıydı çıkmazı  uzak mesafelere sürdüğümüz?
Sancılı direnişleri avuturken öfke kıvamı konuşmalarda,
Hani nerede kaldı hasret dolu sevişlerimiz?
İnsanlık deneylerimizin iki ana maddesiydik.
Etkileştiklerimizle biz tepkileştik.
Bilim kanunu bu, birinci kuralı bu bilimin ,
Asla yoktan (HİÇ) bir şey var edilemez vardan da yok edilemez.
Biz etkimizle en güzeli var, tepkimizle en yüceyi yok ettik.


Levent ÖZCAN

6 Nisan 2011 Çarşamba

OKUMAYI SEVENLERE


                                         MERHABALAR
     Gerek yazı yazdığım  bu blogta benim yazılarımı  takip eden üyelerden gerekse blogumuza üye olmayıp misafir olarak sayfamı , ziyaret eden tüm okuyucularımın dikkatine bir şey sunmak istiyorum. Benimde ilkokul ve ortaokulu okuduğum geçmişte, BADEMLİ İLK  ÖĞRETİM  OKULU olan şimdilerde bir hayırseverin 6-7 yıl önce modern ek bina yaptırarak adı, BADEMLİ M.ERTUĞRUL DENİZ OLGUN İLKÖĞRETİM OKULU olarak değişen, çağdaş eğitime devam eden bu okulumuzun kütüphanesinde halamın kızı TEVHİDE gönüllü olarak çalışmaktadır. Malumunuz olarak burada ki ortak paydamız yazarak-okuyarak bir şeyler paylaşmak. Okumayı ve yazmayı sevenlerden ricam şudur: evlerinde okumuş oldukları işe yaramayan roman,hikaye.masal vb. kitapları bulunduğumuz köye göndermeniz. Okulumuza çevre köylerden de taşımalı sistemle öğrenci gelmektedir.(YAHŞİBEY, DENİZKÖY GİBİ). Hemen hemen her gün okul kütüphanesine uğramaya çalışırım . Raflarda genelde gazetelerin o kuponlu kitap verme yıllarından kalan ,ansiklopediler ve kağıt kalitesi düşük hiç bir albenisi olmayan promosyon hikaye ve romanlarıyla dolu olduğunu fark ettim. Halamın kızının düşüncesi nette kitap bağışı için duyur yapmakmış.Bende en azından bloğumda  bir '' kitap bağış yazısı'' yayınlayabileceğimi söyleyince gözleri parladı. Bir tek kitap dahi okul kütüphanemize kazandırabilirsek, ne mutlu sizlere. İlgi ve alakanıza çok teşekkürler ederim. Yurdun her neresinde olursanız olun '' YURT İÇİ KARGOYA '' kitaplarınızı verip kargo ücretini karşı  ödemeli yaparak aşağıda vereceğim adrese gönderebilirsiniz. 


Saygılarımla.
Levent ÖZCAN


ADRES: BADEMLİ M.ERTUĞRUL DENİZ OLGUN İLKÖĞRETİM OKULU.
              Bademli köyü DİKİLİ/İZMİR
               İLETİŞİM: o.232.677 81 98  
                Küçük bir rica :  Roman,hikaye ,masal,eski tarihli bilim tarih,sanat dergileri olursa seviniriz.Ansiklopedi ve promosyon romanları ve hikaye kitaplarından oldukça fazla var. 

MİSAFİR ŞİİR...

GÖZ GÖZE GELİRSİN , YÜREK YÜREĞE DEĞER.  
YAŞANILAN HER ŞEY GÜZEL , GERÇEĞE YAKLAŞTIRIYORSA EĞER.
 


Teşekkürler ELİFÇE

5 Nisan 2011 Salı

DENİZ VE ÇOCUK

Korunmasız düşüncelerle acemice devirdi geceyi.
Doğudan batıya sürerek siyahı,
Açık etmişti lodosu ve poyrazı.
Bir sığırcık kuşu kadar titrekti bedeni.
Sonsuzluğu çalınacak günün heyecanı ile apar topar,
Geç kalmanın tedirginliğini koşarak kapatacaktı.
Zeytinlerin zengin dostluğuyla selamlaşan yoldan ,
Nefes nefes etti yorgunluğunun terini.
Geride bıraktığı mesafelerin, kulvar kenarlarındaki yeni yetme gelincik ve papatyalarına ,
İçinden binlerce ''merhabalar'' demişti.
Maviye kavuşmanın son dönemeci görününce , gözlerinin karşı iz düşümlerinde,
Martıların uyuşuk kanat çırpınışlarıyla alay ederek,
Tamamen hızlandı.
Denize özlemli teknelerin motor seslerine iç geçirerek.
Çark etti limanın dar ve kenarları kovalıklı yoluna.
Sevdası denizdi, belki geleceği de,
Maviyi yoğunlaştırmıştı en koyu atan sol tarafında.
Balık yakarışlarına değildi ağ ağ tekne gerisinde zıplayan,
Nede martıların yüzsüz dalışları değildi maviyi parçalayan.
Benliğinde hani derlerdi ya balık ve ortaya bir yetmişlik rakı,
Mezelere asla ezdirmezdi ortaokulluk yaşlarını.
Demir alındı.Dehşet bir çığlıkla mavi makaslanıyorken,
En uçta  bacaklarını açarak,
Şimdi bu gökyüzünün tepetaklak olmuş tonuna hükmediyordu.
Derin bir serinlikle dipte abideler yaratan,
Pinaların devasa pembe kaburcakların ve yosun tarlarınını heyecanla dalgalandırarak,
Ulaşıvermişti para zimmetli balık tarlalarına.
ÇOCUK oluvermişti az sonra eline yapışacak bir pul tanesi şuanda kim bilir hangi dipte ,
Solungaç titrekliğiyle hangi kuyruk izi bedende muntazam dizliydi.
Sabahın adamsı uyanışını ,şimdilik hepatit-C  virüslü kağıtları unutarak,
Can atan atmosferden ilk ilk oksijeni soluyan bir masum bebek GİBİydi,
İplikten karelerle motif yapıldı kurşunun ağırlığı, mantarın hafifliği ile.
Su DÜNYASINA acı yaşam türküleri serildi.
Zamanın hükmü çekilecek ağların pembesinde beyazında morunda,
Ve ulaştırılacak kıyıya, elleri ovuşturmaktan sımsıcak,
Saçı başı dağınık KİRLİ sakallı geçimin dümen suyu olan,
YÜZsüzce sırıtan balık tüccarında.
Tekne sesi hızlandı deniz sobelendi,
Ağır metalleri hiçe sayarak KİRLİ sevinç haykırışlarıyla usta balıkçılar,
Martısal çalımlarla bin bir çırpınışı doldurdular son durakları olan tahta kasalara.
Yarı kayarak yarı sendeleyerek deniz döküyordu elindeki kova ile ,
 Ayaklarının dibinde  duran deniz özlemlilerine
Adamsı oluvermişti işte bir anda bu çocukta.
GÖZLERİYLE süzdü madde sevincini (beyninde) AMA EN TEMİZ yüreğiyle çok üzgündü,
Şimdi yarının kalem ve defterine BAKIYORdu,
Cebine girecek sıcaklığın, yeni kitap sayfalarında okşamasına arzu duyarak
Sere serpe serilmiş fonda şimdi yıkıyordu , bu adamsı çocuk yüzünü.
Demir alındı,.
İskele alabanda.

Levent ÖZCAN

2 Nisan 2011 Cumartesi

ESARET

Dillendirdim kısıntılı düşüncelerimi.
Dümdüz geçen zaman kavramına, çentikler işledim,
Bağlamak adına sessizliğimi ,
Tonların vurgularını  törpüledim.
Nedir ya bir şeye hükmetmek ?
Gösterişi bol sükseli albenili kavramlar odağında,
Mütevazılık sokaklarının loş duvarlarına yaslandım.
Hükmetmek mi  neye bir insana bir canlıya ilah olmak mı ?
Atladım yüreğimin deryasına.
Öylesine ufuk çevresi geniş ki öylesine enginki,
Kimi zaman süt liman kimi zaman alabildiğince dalgalı.
Yüzeysel hissedişlere yer olmadı hiç bir limanında.
Dört odalı oksijenin ve kanın kaynaştığı arıtıldığı,
Beyne hükmeden bir ritm var damarlarca pompalanan
Ey heyecan.

26 Mart 2011 Cumartesi



Tuzlu sahillerin iyotsu keskin kokusunda,
5 mayısın hıdır-ilyas  gece kavuşmalarına,
Denk düşürürken o  anları
Meteor akışkanlığında ışıl ışıl, yapayalnız,
Gıpta ederek yarına,
Dingin bu bahar gecesinde
Sahilde köpük köpük yıkamıştım umut yakamozlarımı.
Yarınım tütünsü kokulara gebeydi,
Derme çatma yalnızlıklar bile ,
Kendi kendime konuşma temellerinde,
Her an yıkılacak gibi korkaktı.
Doğanın semirttiği toprak ,
Ayaklarımın altında kaygan yeşil bir zemindi,
Gecenin göğündeki akışkanlığa
Aldanarak.
Mayıs bitti haziranın ilk günlerinden kaparo aldım,
Tüm acıları göz ardı ederek.
Dedim ya tütünsü kokulara gebe yarınım,
Irgatsı nikotinsel , ''o'' günlerde resimdeki bu evde yaşamıştım.
Levrek ve kefal yavrularından oynaşmayı,
İsparoz ve karagözlerden sevişmeyi öğrenmiştim,
Şifresini çözdüğüm bu tuz beyazı  mavi ekranda.
Gece löküs yanıklarıyla dirsek temasındayken,
Acıyı su toplamak olarak hissetmiştim,
Gün yanığı bedenimde.
Sabahı depreştiren kayık motoru seslerinde,
Güneşi doğurtarak maviye ekmiştim,
Sigara içmezdim ama,
Çok iyi de yaprak yaprak tütün toplayamazdım,
Annemin dayak ihbarlarından korkmayarak,
Tarladan derhal kaçardım.
Maviye o kadar büyü yapardım ki
Dolduruşla gelen babamın hiddetini savuşturup,
Bir dirhem et vücuduma değirmeden el acısı  izlerini
Kefallerin kuyruk su izlerinde kara donlu babamı kandırarak,
Yine tütün tütün uyandırılmış günümü unutturup,
Maviyi iki kişilik yaşardık,
Tava tava balık tadında.

....................

Şİmdilerde iğde sığıntılı o ev,
Okalüptus korumalı o tek odalı ev bir burunda hala AYAKTA.
Pozitiften eksiye dönmüş babam olmasa da.

Levent ÖZCAN  (ŞİİRİ YAZMA SÜRESİ 6.35 DAKİKA)

NOT: HIDIR ,İLYAS (Hıdır ilyas=hıdırellez)=  Yaşar kemal 'in  ''Bin boğalar efsanesi  '' Romanında  5 mayıs gecesi  bir su birikintisinde tek başınıza bulunurken ,doğudan ve batından 2 yıldız kaydığında biri HIDIR diğeri İLYAS AS dır  ,onların çakıştığını gördüğünüzde elleriniz suya daldırdığınız an tutuğunuz dilek kabul olmaktadır rivayetini hatırlatmak istedim bu notta.

25 Mart 2011 Cuma

Bağdaştırılmış yakıştırılmış tenha köy sokakları,
Derme çatma insanların hafif kalabalıklarında,
Takip ederken düşünce izlerini,
Ağır tonajlı kamyon eziği yollarında
Sahte Arnavut kaldırımlarında  sarf ettim tüm sözcüklerimi.
Boyu uzatılmış eni gün be gün daraltılmış,
Eskinin kağnı nidalarında,
Haykırışların yankılandığı azda olsa var olan,
Rum evi taş bina kulvarlarında,
Şiirlerimi hapsettim.
Bakır koşumlar taktım elektrik şiddetli gökyüzüme.

Her adımda nefes alırken titreyişler,
Sancısız sevdalar gömdüm gönül mabedime,
Yeri geldi top koşturdum yeri geldi saklandım  çocuksu ,
Yeri geldi yakalandım aşk yokuşunda,
Fırtınalar kopardım içimin gökyüzünde ,
Gözlerimi yağdırdım ,girince evimizin büyük tahta kapısından
Avlumuza,
Kibrit çöplerini gemi,
Yağmurla ivme kazanan su akışı atık su kanallarında,
Bu gemileri etap etap yarıştırdım,
Kitlesel yalnızlık kıyımlarında,
Bir kıza bile aşık oldum,
Ağladım..
Şahidim olan yaşanmışlıklarıma bu sokakta,,

........

L.ÖZCAN

23 Mart 2011 Çarşamba

HÜKÜMSÜZ HÜKÜMLÜ

Savunmasız anların tükettiği
Umarsızca tek düze inen sıyırtmaçlı günleri.
Toparladım koydum önüme,
İhanet ilahilerinde kulaklarıma değen şefkat nağmelerinden eser yokmuş.
Apolitikken en yakın çevremde,
Bu kurtlar sofrasında karakterimin lime lime edildiğini gördüm.
Matematiksel sezgilerimle,
Hümanist yaklaşımlardayken
Felsefenin bu kadar kurgusal,edebiyatın bu kadar boş,
Ve insan tahlillerinin bu kadar kimyaya aykırı olduğunu süzdüm.
Fiziksel temaslardan kaçınırken ben,
Psikolojinin bu kadar peşime düşeceğini acaba düşünmüş müydüm?
Kaf dağı kadar uzak GAF dağları kadar yakın coğrafyalarda yaşamışım meğer bilmeden.
Morali sıfırlanmış, bunalım uçurumlarında elimde çaresizlik kalkanı parıldarken,
Cesaret güneşimin doğrudan kendisini sıkmalıymışım meğer..

22 Mart 2011 Salı

UMUTSUZ YAŞAM

Anatomik yapısı incelenmiş,
Eks olma durumu tescillenmiş,
Alının akının yuvarlandığı damarlarının
Nabız atışı ivmelerindeydi.

Heyecanı adrenalin yüklü yokuşlarda,
Üç nefeslik aşklar yaşıyordu.
öksürdüğünde nefret,
Düşündüğünde umuttu bekleyiş.

Heyet raporları doğrultusunda 

 ÖLDÜÜÜ.....

20 Mart 2011 Pazar

MESAİ BİTTİ.

Yükseltiyor cephesini umutsuzluk dağarcıklarım.
Mesaisi bitmiş gün , sırtına almış siyah paltosunu
Uzaklaştıkça elim koyulaşıyor.
Yüzümde ayrı ifade bırakıyor,
Ben ardı sıra baktıkça.
Çalıyorum hemen zamanın ivediliğinden,
Bir Telaş akrep yelkovanla alay ederek,
iniyorum hemen 9 kat alt sokağa.
3 seçenek var,,,,,
önümde.
diğer ikisini  siliyorum,
geriye, geriye evet geriye
tek seçenek ,
bırakıyorum.
Düşüncelerimin haşmetine  gıpta edip,
Onlarla bu saatte ,
Yüzleşmeliyim...
Bunlar benim akordion saatlerim.
Öyle bir çektim ki günümü körüklerime,
Öyle doldurdum ki ,
Birde hani halk otobüsünde pencereye yasladım ya başımı ,
Değmeyin keyfime.
Of,of ne dengesiz insan yığınları.
Katıştırıyorum değişik insan karakterlerini,
Aynı anda harmanlıyorum acıyı tatlıyı yüreğimde.
Öyle bir düşünce deryasındayım ki
yer çekimimin çalınmış bu halk otobüsünde.
Güne başladıktan sonrada günü bitirirken de
Hep aynı manzara...
İç çekmeler umudu insanların yüzünde kopyalamalar,
Yada sakinlikle buğulanan pencerenin en uzak ufuklarında.
Geniş bir düzlem gökdelenlerden sektirdiğim  çatışmalar..
Dehşeti yaşatan  iyiyi ışıldatan gök kubbe sakinliğimde,
Aynı hızla yol alıyorum kilometrelerce düşüncelerimde.
Politik,resmiyet soluyorum daima
Odacısıyla memuruyla müdürüyle her neyse kademesi işte,
İlerleyen zaman geride düşünüşlerimi kuyruk yapmış bulutlara,
Sıyırıp dünyevi diz çöküşlerimi tek tek atmosfer harikası yücelişlerimi
Şartlandığım hayatta hak edişlerimden ödün vermeden,
Bir günü daha devirip,
Sarmalsı umutlarımı zorlayarak,
Dönüyorum evimin sokağına...,
Bakalım yarın NELER OLACAK.....
Yada KİM olmayacak hayatımda...

19 Mart 2011 Cumartesi

KoRkUlAr

Peşi ardıma düşmüş bilinçaltılarım.
Rüyalarımın siyah fonlu sahnelerinde.
Ya bir daldan düşüyorken uyanıyorum,
Onun ötesinde, yada sevincimin en zirvesinde.

Kabuslarım düzenli aşırı terleyişlerim sabit,
Yatırırken hızlı nefes alışlarımı gecenin en derinlerine,
Korkuları  harcıyorum umut tezgahlarında,
Bir yüz seyrediyorum sevecenlikle  öylesine öylesine,

Dağları liman , ovaları saydam deniz şartlandırıp,
Umarsızca kollarımı açıp kanat olduğundan emin olarak,
Çırpıyorum bilincimin sanal  enginlerinde,
Bilimi tüm dünya kanunlarını hiçe sayarak.

Aşklar yaşıyorum kabuslarımdan arttırdıklarımda,
Simalarını hiç hatırlamasam da doğru düzgün,
Ucube yaratıkların ötelenmiş korkularından sıyrılarak,
Kadınımdayım sımsıkıyım kucak kucak.

Bilincimi ayıklayıp göz perdelerimi araladığımda,
Karşımda GERÇEK sahnesi olabildiğince sabit,
Rüyalarımdaki aşka  yine aşık olarak vede aşık kalarak,
Ötelenmiş korkularımı olanca hızla aşkla sadeleştirip,
Yepyeni GERÇEĞE başlıyorum saygıyla titreyen heyecanımla.....

.l

Bir anlık bir şey,
Kalemin öfkesi
sayfaya ,
Hiç umursamadan ,
Mısralarca işkenceleştiriyor,
düşüncelerimi.

18 Mart 2011 Cuma

BİR ŞİİR YAZMAK

Yüklemi devirdim,
Tümleci anlaşılmasın diye,
Dolaylı yaptım.
Özneden tiksindim, nefret ettim.
Olumsuzluk ekleri kattım sonuna ,
Türkçenin gramer yapısına inat,
Beni gizledim.
Yaşam paragraflarım parantezlerle doluydu
Anlaşılmam için..................
Soru işaretlerinin Demoklesin kılıcı gibi,
Hep karşıma çıkmasına,
içerledim...
Tertemiz yaşam sayfalarımda.
Virgülü eğmedim noktanın önünde,
Ünlemlerden korkmadım
Yazmanın gebeliğinde,
Üzengi , örs , çekiç konuşmalarda.
Çok sevdim çok az sevildim,
Çok değer verdim değerim paslatıldı  teneke parçalarında.
 Şimdilerin yazın dünyası okşarken , beyinle hayran bırakırken okumaya hevesi,
Burjuva şiirler yazdım
 Bir anda
Giriş bölümüm harikamıydı anımsamıyorum,
gelişmeyi tükettim BİLİYORUM.
Bir şiir yazabilecek konumdayım,
Sonucu nasıl bitirebilirim ONU HİÇ BİLMİYORUM..
Hayatımın sonu hangi NOKTALAMA işaretinde ACABA.........

LEVENT ÖZCAN 14.40

10 Mart 2011 Perşembe

GEÇMİŞİN BASAMAKLARI

Geçin bakalım dalganızı,
Denizin savrulan saçları gibi,
Köpük köpük höpürdetin anlarımı,
İç çekişlerimi ters çevirin,
Işıksız bırakın en derinden gelen hislerimi
Lan ! 1988 yılının kış geceleri neredesiniz,
Ne güzel hayaller kuruyordum,
Gecemi gündüzle yıkıyordum cıvıl cıvıl,
 Umut işliyordum mısra mısra ak geleceğime,
 Lan it akrep lan dümbük yelkovan siz şahit değilmiydiniz.
 Yüreciğimi depreştiren düşüncelerime
 Yanılmışım hemde çok, 
Umudu serpiştirirken yarının umut tarlalarına
 Kaç kez göz yummuştum oysa ,
 Saat başlarında beraber olmanıza,
 Hainsiniz anlar,dakikalar. saatler, ve toptan yıllar,
Geriye baktığımda   ,
 Sizden çok alacaklı olduğumu düşünüyorum şu sıralar.
   Neyse ...

25 Şubat 2011 Cuma

İLLET OLUNASI ŞEYLER....

Saat 03.00 iklim, rüzgar nefesini öyle üflüyor ki, ardımdaki pencereden görebildiğim badem ağacının aldanmış çiçeklerinin güzelliğini kıskanır bir fesatlıkla onlara yükleniyor.Gece evet karanlık sırtımı yasladığım pencere ardı yamaçta benden yaşça büyük badem ağacı lodosuna poyrazına açık yapayalnız, bu nefretlere direniyor yıllarca.Gövdesi reçine dolu ilgisizlikten olsa gerek .Budanmamaktan bilimsel açıklaması belkide. Onlar gözyaşları belki. Hangimiz yaslanıp bir badem ağacına onu dinlemeye çalıştık ki.. A evet baharın kaynaştırdığı kanımızın zıpladığı hafta sonlarında ki mangal günlerinde belki tanıdık çiçek çiçek güzellikler sunan badem ağacını.Ben affınıza  sığınarak  batınında batısındayım, ve  köye  dem vuran    Anconoz'dan sonra bademliye dönen bir köyün yamacındaki badem ağacının abidesinin gölgesindeyim . Doğduğum , bir ara terk ettiğim ve geri döndüğüm yamaçta olan evimin konumundan dolayı belkide etkileşimlerim hep eğik olması kırmamak adına başkalarını . Değer verilecekse gerekene badem çiçeklerinin çağla tadını öteleyip belki gövdesinden terleyen reçine göz yaşlarındayım.Beni takip eden  blog yazarları; Lütfen kendiniz olun yaşadığınızı klavyelerde yansıtın  olmak istediğiniz değil olduğunuzu yazın.Yemek tarifleri verenler başka sitelerden kopyalama yapmayın, kendiniz mutfağınızda bir şeyler keşfedin ve bunları paylaşın. Şiir yazanlar    CAN YÜCEL' i rahat bırakın, yada diğerlerini, İnancı tam olanlar Lütfen dine ihanet etmeyin,din ki yazılanlarla değil yapılanlarla yücelir,Mevlanayı okuyun ama siz mevlana olun yürek eğer inançsa bunu gerektirir. Çakma    esinlenme birebir kopyalamalar burada karakterleri basitleştiriyor.Ve mümkünse herkes kendine ait olanı yazsın ki bazılarının kafaları karışmasın.

 Badem çiçeklerim bu sahte rüzgarlara direnemiyor.............
levent ÖZCAN

24 Şubat 2011 Perşembe

BANA AİT DEĞİL

Sen bir şiirdin,
Yazılması gereken,
Seni yazdım.
Şiir bitti.
Unutma ben bir şairim.
Daha önce de ne şiirler bitirdim.

(BÖYLE BASİT ŞİİR YAZAMADIM YA  BEN ONA YANIYORUM)

23 Şubat 2011 Çarşamba

ŞİİR..

Elime düştü somutlaşan saatler,
Geride bir duman bir sigara,
kapımı çalmış hasret dolu geceler,
geride bir duman bir sigara.

Yıldız kaymış gökyüzünde,
 geride bir duman bir sigara,
Kalem hasret , kağıt dert ortağı olmuş,
bir şiir yazmış,
geride bir duman bir sigara.

Levent ÖZCAN (30.12.1988)

YÜKSELİŞ

Birazda ara vermeli insan,
Tapınırken kuytuluk limanlarında,
Yürek mabetlerinde inan,
Huzur bulmalı sessizlik an be an,
Yaşamı bizler senaryo yapmışız aslında,
Rolümüz hep baş rol,
Figüranlıkları el ötesi etmişiz,
Heyecanla en güzeliz,en iyiyiz, en  en  enlerin izleriyiz.
Geriye baktığımızda zemine düşen gölgemizde, boğulsun figüranlıklar.
En derin avuçlardan alkış yüceltsin bizleri,
Oysa öylemi ki acaba ne dersiniz?
Yaşam  denilen hayat perdesi bir kere açılır,
Ve bir kere kapanır,
Galası vardır ancak tekrarı varmıdır?
Acaba.....
Acaba ...

19 Şubat 2011 Cumartesi

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN (4)

Fıstık yeşili bir halı kaplı odanın,dört duvarından ikisi insan boyunu  aşacak kadar yüksek  ve duvar yerine geçen  camla kaplıydı. Ortada baklava dilimli koyu ahşap görünümlü kahvelik sehpalarının birleştirilerek, bir daire oluşturduğu, üstü daire şeklinde büyük camlı  olan sehpanın üzerine  son sayfasını okuduğu kitabı bıraktı. Jack london'nın '' Martin Edeni''. Bu çok yıpranmış  kitabı öylece bıraktı.Salonla televizyon odası  çift kanatlı kapıyla kapılıydı. Elleriyle tıpkı japonlar'ın yaşadığı evlerde geyşaların saygıyla dizleri üzerine çökerek açtığı kapılar gibi ,  buzlu camlı kanatlı kapıları raylarının üzerinden sağa sola ayırıp gıcırtatarak açtı.Saat karşı duvarda asılmış Atatürk resimleri arasında 14.46 'yı gösteriyordu. Bulunduğu daire güneybatının tam yönü olduğundan güneş hele ki bu saatlerde çok etkiliydi.Bu küçük bölünmüş odanın  açık kapısından güneşin parlaklığına yoğunluğuna eş değer apartmanın ara bahçesinde yıllar önce ekilmiş  gerçekten söğüt ağacının  bir maketi gibi  olmuş zakkum ağacına tünemiş ağustos böceklerinin sesleri kulakları tırmalıyordu.Yazdı, temmuzun son haftasıydı, nem çok acımasızdı.Ne içerse içsin 2-3 dakika sonra vücudun tüm stomalarından doğaya geri veriliyordu neredeyse.Lavaboya yöneldi.Sarı ışık yansıtan,  kendi yüz hatlarını izlediği ,musluğun üzerine eğrelti iliştirilmiş aynaya   baktı. Gözleriyle gözlerini den düşürmüyordu asla sadec göz ucuyla hatlarına bakıyordu. Kendiyle göz gelmeye korkmuyordu, cesareti vardı ama saygısı kendisineydi yıpratıp geçmişini hala yaşadığı heyecanlarını isteklerinin yanlış olduğunu söylemesinden korkuyordu o yansıyan gözlerin.Yüzünü iyice yıkadı saçlarını boğdu suya.Saçlarından sızan suları havluyla tüketirken.Cep telefonu çaldı Jack londonun ,''Martin edeni'ni bıraktığı  odadan.

3 Şubat 2011 Perşembe

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN. (3) ( LÜTFEN 1 DEN OKUMAYA BAŞLAYINIZ)

''Orası tavşan adasıdır. Bu adanın ardında da bir ada daha var ona da dış ada deriz.'' İki ada olduğunu belirterek bu adamla sohbet etmek için yeni sorularına zemin hazırlıyordu. Oysa pek sohbeti sevdiği söylenemezdi. Çünkü ne bu cılız nüfusa sahip köyde bulunan akranlarının nede liseye devam etmek için gittiği ilçedeki sınıf arkadaşlarının hep aynı tarz başlangıcı çağlayarak  akan köpük köpük akarsulara benzetir, devam ettikçe konuşmaların  heyecan debisi azalan en son menzilde bir bardağı bile dolduramayacak kadar sığ bir su birikintisine dönüşen sohbetlerinden bıkmıştı. Söz konusu konuların başında futbol, kızlar, yada dün gece seyredilmiş tek kanallı dönemlerin TRT 1' deki  filmlerin sahnelerinin tekrarı ile dolu olurdu sohbetler. Sosyal olmanın kuralının her türlü kitabı okumak, değişik fikirleri ve yaşam tarzları olan insanların konuşmalarını dinlemek  ve aklına yatanları  okuduğu kitaplardan öğrendiği ve kulağıyla duyduğu beyninin özümsemesiyle yüreğine ivme kazandıran düşünlerin iyilerinin doğrultusunda yaşamına yönlendirmek olduğunu  düşünürdü hep. Özellikle kış  akşamları bile köyün kahvehanesine gittiğinde , gerçek anlamda konuştuğu 2 yada 3 kişi bulunurdu. Ağır sigara dumanı altında yan masalarda  bağıra bağıra kağıt oynayan insanların aksine, insan yaşamanın ve özellikle işçilerin,ırgatların,çiftçilerin sarf ettiği emeklerinin karşılığını tam olarak almaları için yapmaları gereken mücadeleleri tartışırlardı. Ancak ne çelişkidir ki bu köyde bu kahvehanede tartıştığı kişilerden,ne çiftçi vardı  nede ırgat, biri kendinden yaşça büyük bir ilkokul öğretmeni , diğeri bir teknede reis yardımcılığı yapan kendisinden yedi yaş büyük bir kişiydi. Genelde hep öğretmen konuşurdu. O dönemin şartlarından dolayı korktuğundan kısık sesle konuşur, serilikle cümleleri geçer, vurgulara önem vermediğinden çok az cümleleri  anlaşılabilirdi. Sol düşünceler ortaya yatırılır , geçmiş tarihteki işçi, köylü kalkışmaları irdelenir konuşmalar biraz daha heyecana kavuşur, umutlu konuşmalar Bolşevik devriminin anlatılmasıyla  taçlandırılırdı.Bazı zamanlar da film,futbol,kadın kritiği yerine kim yeni bir kitap bitirdiyse o kitapta geçen olaylar irdelenirdi. Fikir ileri sürebilmek için İlkokul öğretmenin tavsiye ettiği kitapları alır,yada kendisinin okuması için verdiği kitapların sayfalarını bir çırpıda tüketir. Sabah ezanına doğruda kitabın son sayfasına gelirdi.
Bazı kitaplarda terimler ağır olduğundan anlamaz not alır ertesi akşam öğretmene anlamlarını sorardı. İşte bu ilkokul öğretmeni ona Jack London'un '' Martin Eden'' adlı kitabını mutlaka oku demişti. İlçede öğrenim gördüğü lisede öğlen arası yemek yemiyor aldığı harçlıkları kitap almak için biriktiriyordu. Ne yazık ki biriktirdiklerini de düşürmüştü. Dikkatsizliğine kızarak, bu yüzden   köyden 3 kilometre uzaktaki bu sahile yürüme cezası vermişti kendi kendine. Aynı zamanda balık yakalama  ile de ödüllendirmişti. Verilecek bir cezanın içerisinde ödülünde olmasının yapılan hatanın bir daha tekrarlanmaması için gerekli olduğunu düşürdü hep. Yanında duran adam izlediği ada ve denizden gözlerini alarak ,
'' Yeğenim daha buralardayık, buraları iyice öğreniriz tabii ırgatlıktan fırsat bulusak. Şinci geri dönüm de yarın zabah  çocukları okula yazdırayım.Hadi sana rastgele'' dedi. '' Tamam'' diyerek onayını kafasını sallayarak kuvvetlendirdi. Adam geldiği iki tarlanın sınırından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Ardından ağır aksak yürüyen bu adama toprak yolun iki tarafı zeytin ağaçlarıyla kaplı köşeye kadar izledi. Bir anda yanında var olan ve ilk defa gördüğü  bu adamın yaşına göre oğlu olacak  yaşta olan  ona, bir '' merhaba'' demesi çok hoşuna gitmişti. Oysa yakın çevresindeki çoğu insanın durup dururken merhaba demesinin altında mutlaka bir çıkarı olurdu. Tekrar kumlara oturdu.Oltalarına baktı.Geçen sürede misinalarda bir hareket yoktu. Tekrar ajandasını aldı ,açtı sayfa arasındaki kalemi alıp  şunları yazdı.
         İki kere iki dört edermiş,
         Sekteye uğradı mı düşünceler beyinde,
         İliştiriyorum zamanımı bembeyaz mısralara,
         Baştan kara hissedişler beni ezecekmiş,
         Matematiğin kimyasını da bozuyorum fiziğini de
         Değer vermek  bir kişiye
         Anladım
         Şuanda
         ''Merhaba'' demekten geçermiş.
         Önce ruh olmalı ,sevecenlik, insancıl olmalı
         Sonra yönelmeli pozitif bilime......
  Kalemi tekrar son sayfanın arasına kıstırıp ajandasını kapattı ki birden irkildi....

Levent ÖZCAN

2 Şubat 2011 Çarşamba

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN.(2)

  '' Merhaba'' dedi. Sessizliği bir anda bozan yada içindeki kavgasal sesleri bir anda susturan bu  adama. Yanına gelmesini istemiyordu, iç seslerinin kıyısına kadar sokulmuş  kişinin. '' Merhaba'' diye seslenenin. Kendisinin yönü olan ılıca boğazı,diğer yolda liman burnuna giden kıyı yoluydu. Bu yola devam etmesi için umudu vardı.O yola yönelmesini çok istiyordu. Çocukluk geçmişinin istekleri oysa hiç gerçekleşmemişti. Biliyordu ve hazırlıklıydı bu '' merhaba'' ivmesiyle sessizliğini alt üst eden kişi yanına gelecekti. Ajandayı kapattı hafifçe doğruldu, bu doğrulma hareketinin bu hiç tanımadığı adama bir davet olduğunu düşününce tekrar yere oturmaya yeltendiyse de yapamadı. Şimdi dimdik ayaktaydı ve  zoraki bir tebessüm le buyurun dedi.
-- Kolay gelsin, nasıl balık var mı?
-- Daha yeni oltaları denize salladım bekliyorum.Sizde mi balık yakalamaya geldiniz ? Bu soruyu adamın hiçbir şekilde balık yakalamakla ilgisi olmadığını düşünerek laf olsun diye sormuştu. Zira yanında ne bir çanta ne bir torba nede balık yakalamak için bir misina vardı.
   Kaşları olabildiğince kalın onun aksine yüz çizgileri çok ince, bıyıklarının uzantıları kırçıllaşmaya başlamış gözlerinin rengi güneş ışınlarıyla hafif yeşile çalan,  her an gülmeye hazır  gibi  yada çok gülümsemekten belirginleşmiş yüz hatlarında hafif kalıcı çizgiler oluşmuş bu uzun boylu hafif göbekli adamın hayır cevabını beklemekteydi. Üzerine giydiği kahve rengi ceketinin sanki yıllarca içerisinde yaşamış ve zamanla gövde gelişince de dar gelmeye başlamış bu ceketin, sağ koltuk altının dikiş tutmayan yırtığından astarı görünüyordu. Son kalmış düğmesiyle de önden iliklenmişti. Pantolonu da aynı tonda , bu iri kıyım kalıba ceketin aksine tam oturmuştu.Ayakkabılarının uçları oldukça sivri, uzun zamandan beri boyanmadığından dolayı epey yıpranık görünüyordu 
-- Yok ya yeğenim ben balık yakalamaktan anlamam. Öyle  dolaşayım dedim buraları.
   İlk defa gördüğü bu kişinin zeytin toplamak için yakın illerden mevsimlik işçi olarak gelenlerden biri olabileceğini düşündü. Yaşadığı köye bu aylarda farklı iklimlerden, farklı şiveli farklı çehreli insanlarla dolardı. Hatta köyün var olan dört kahvehanesi de akşamları hınca hınç bu yabancı mevsimlik işçilerin erkekleri tarafından doldurulurdu.Köyde  geniş zeytinliklere sahip varlıklı 4-5 aile, damdan bozma  evlere bu gelen aileleri yerleştirirler. Erkekler uzun sırıklarla ağaçlardan zeytinleri düşürürken, kadınlar, kızlar da yere düşürülen zeytinleri tek tek toplarlardı. Bu zeytin toplama işi ekim aylarında başlar ta ki şubat ayına kadar sürüp giderdi. Zeytin toplama dönemi bitince de gelen aileler tekrar memleketlerine döner köy yine  eski cılız kalabalığına , bir anda da eski sakinliğine kavuşurdu. Hatta bu gelen ailelerin ilkokul ve ortaokula giden çocukları köyün okuluna kaydedilir,bir anda sınıflar dolar hatta sınıflarda öğrenci sayısı 60 çocuğa kadar yükseldiği olurdu. Köy sokakları sabahları ders başlamadan önce ve akşamüstüleri okul çıkışlarında çocuk cıvıltılarıyla dolardı.
-- Hayırdır abi zeytin toplamak için mi geldiniz yoksa ? Sorusunu sorarken bu arada misinaların bağlı olduğu kurumuş tütün gövdelerine bakıyordu.
-- Yok yeğenim.. Kadir beyi tanıyon demi?  Onay işaretini başla alınca ''he biz ailecik onun iskele başındaki arazisine temelli çalışmaya geldik'' dedi. Aklından geçen sene köyden epey arazi , zeytinlik satın alan bir iş adamının olabileceğini geçirdi. Demek  o söylenen, çok zenginmiş diye bahsedilen adamın adı Kadir'miş.
-- Evet duymuştum epey yer almış buralardan.
-- Hah işte ben onun yanına girdim. Göyünüz çok gözelmiş emme. Zeytinliklee vaar, deniz vaa, tütün tarlaları vaa. Siz de tütün egip kırıyonumuz mu? diye , kulağa çok hoş gelen şivesi ve tıpkı yıllardır bir ahbabı ile sohbet ediyormuş gibi samimi  sorusunu bir çırpıda soruverdi.
Görüntüsüyle irice sayılan bu adamın konuşma şekli çok hoşuna gitti.O yalnız kalma isteği bir anda sohbet ortamının yerine geçmesi için  yok oldu.'' Evet yazları tütün kırmak için buraya göçüyoruz'' arkasındaki tarlayı işaret ederek,'' Bu tarlada bizim,  bu yana gelen yolun sağ tarafında ki zeytinliğimize barakamızı kurar, köyden 3 aylığına buraya göçeriz.Dedi.
  Adamın yıllarca çeşitli işlerde çalıştığı yerleşik bir düzeni olmadığını düşünürken adam denizin 300 metre uzağındaki tavşan adasını işaret ederek.'' Vay be ada mı bu karşısı'' diye sordu. Sormasında haklıydı çünkü bu kıyının karşısına denk gelen adanın burnundan güneye
doğru ilerledikçe ada tıpkı bir yay gibi kıvrılıyor ve genişliyordu. Diğer ucunu buradan görmek mümkün olmadığından (Çarıklı burnu, adanın diğer burnunu kapattığından) ana karanın devamı gibi görünüyordu. (devam edecek....)

31 Ocak 2011 Pazartesi

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN. (1)

Sabahın serinliğine karşın , güneş sıcak nefesini solumaya başlamıştı. Denize paralel toprak yoldan ilerleyerek , iki tarla sınırında oluşan patika yoldan kıyıya ulaştı. Uçsuz bucaksız ufka baktı, görebildiği kadar uzakta deniz buharlaşmakta ve  bu buharın etkisiyle o ufuklar mavi ve beyaz renklerinin her türlü tonlarını sunmaktaydı. Gözlerini bu sis perdesinin önünde yüzyıllardır dimdik ayakta duran yıkık Ayinkola kilisesine yatırdı. Masmavi denizin ortasında açık kahverengi tondaki bu kaya kütlesine dönüşmüş yapıyı, yaz aylarında tütüncülerin 3 aylığına ev olarak kullandığı günü birlik yapılan barakalara benzetti.Ne kadar yıpranmış gözükse de heybetiyle hala denize direniyordu. Bakışlarını denize değirmeden hemen 300 metre ileride şimdilerin Kalem adası o zamanların Tavşan adasına sektirdi. Heyecanlıydı çünkü bu adanın hala gizemlerine hayrandı. 3-4 defa balıkçılık yapan tarla komşuları onuda bu adaya götürmüşlerdi. Ancak adanın  burnundan güney batıya doğru ve hala orada olduğunu tahmin ettiği keçi boynuzu ağacına kadar ilerleyebilmişti.Daha fazla ileriye gitmeyi cesaret edememişti. Bu burundan başlayan ve ilerleyen kıyıların büyük bölümü denize adeta başkaldırmış kayalardan oluşuyordu. Karşısında durduğu denizi koyu mavi ve turkuaz tonlarında ki küçük bir kumsalı iştahla seyretti.'' Ne büyük mercan, karagöz, isparozlar vardır dedi'' içinden.Adanın kıyısını oluşturan bu kaya ve kumsal sahilden yukarı çıkıldıkça yamaçları küçük yeşil çalı grupları ve bunların içinden muntazam sıralanmış yüzyıllık zeytin ağaçlarıyla doluydu. Ve gövdelerine konmuş ağustos böceklerinin son senfonileri de bulunduğu bu kıyıya ulaşıyordu. Bu görüntüyü tepe taklak mavinin üzerine yaslanmış şekilde de görmek mümkündü. Pürüzsüz bir tuval vardı karşısında. Derken sol yanındaki ılıca boğazından acı bir motor sesiyle irkildi. Az önce gelmiş olduğu bu kıyının kumsalına bir elinde kitap ve ajandasının diğer elinde olta takımlarının bulunduğu çantalar olduğu halde yavaşça oturuverdi.4 bilemedin 7 dakika sonra bu çocuk gözleriyle çizdiği tablonun bir süreliğine de olsa bozulacağına öfkelendi. Oltalarını çıkardı önce torbadan ve  uçlarındaki iğnelere yemlerini takarak denize atıma hazır hale getirdi. Bu arada tekne ağustos böceklerinin seslerini bastırarak ve denizin üzerinde beyaz bir çizgi çizerek önünden geçip  sağa dümen kırarak liman  burnundan gözden yitip gitti. Geride bıraktığı ivmeli su aynı zamanda hem bulunduğu kıyıya hemde karşısındaki adanın kıyısına ulaşmıştı bile. Karşı kıyıya ulaşan dalgaların sesi kayalara çarptıkça azda olsa yukarılara doğru yankılanıyordu. Bulunduğu tablo zamanla durulaştı aynı tonlarda esneyen resim yavaş yavaş  tekrar netleşiyordu. Misinalarını açtı peşi sıra belirli aralıklarla kıyıdan olabildiğince uzağa fırlattı kurşunlu oltalarını. Her bir misinanın sarıldığı makarasını tarla kenarından topladığı ve kuma gömdüğü tütün gövdelerine doladı. Şöyle bir etrafına baktı Ayinkola'nın sağ arasında ki Pisa burnunun yamacındaki toprak yol kenarında ki  zeytin ağaçlarının  gölgesinde bir kaç araba vardı.Ya balık tutmaya gelmişlerdi yada piknik yapmaya. Onlarda karşı yarım adada  diye iç geçirdi, sakinlik yalnızlık güzeldi . Bir cumartesi günüydü ve yazın gitmemek için direndiği ekim ayının ilk hafta sonuydu. Dün  okulda 2-3 haftadır biriktiği harçlıklarını nasıl kaybettiğinin  hesabını veriyordu kendine. Çok kızıyordu kendine. Hemde ne sitemler ediyordu. Oysa okula giden ana caddenin sol bulvarının tam ortasına denk gelen yerinde yeni açılmış kitapçının vitrininin de gördüğü Jack London'un Martin Edeni'ni almaktı tüm amacı. Diğer çantasından ajandasını çıkardı. Kalemi en son bir şeyler yazdığı  sayfanın arasındaydı. Gözlerini misinalarına kaydırdı bir hareket yoktu.İç çekti bir martının iç gıdıklayan sesiyle  başını o yene çevirdi elinde kalemi olduğu halde bir süre  martının tavşan adasının yamaçlarındaki kayaklıklardaki yuvasına kadar takip etti.Ortam yine sessizliğe  gömüldü. Ajandanın ilk satırına başlık düşünürken bir '' Merhaba'' ile yarı karışık korkuyla kendine geldi. Sesin geldiği yöne yöneltti tüm algılarını. Az önce  bu kıyıya ulaştığı tarla arasındaki patika yolun kıyıya ulaşan noktasında ki  '' Merhaba  '' sesinin sahibiyle göz göze geldi(giriş bölümünün sonu) Acaba bu merhaba hayatında neleri etkileyecekti.

24 Ocak 2011 Pazartesi

ÇİMLER...

 

Merhabalar...

Bugün özellikle bahçemizin tam anlamıyla bütünleyicisi olan ve oldukça detaylar içeren,
çim konusunu ele almak istiyorum.

Bu ayda çim ekimi için toprak hazırlığına yavaş yavaş başlanması gerekmektedir. Şunu unutmayalım ki çim ekiminin  başarılı ve ektiğimiz çimin uzun yıllar alanımızda sağlıklı bir şekilde kalmasının  tek kuralı, çim tohumu karışımlarının seçimidir...ve bu karışımlara girecek çim tohumu varyetelerini seçerken nelere dikkat etmeliyiz?

1- Çim ekeceğimiz alanımızın güneş ışığının durumuna göre: Özellikle karışımlara giren çim varyetelerinin hemen hemen hepsinin belirli bir saat, gün ışığı görme ihtiyaçları vardır. Aksi taktirde bir zaman sonra gölgeli alanlarda karışımı oluşturan varyetelerden çoğu gölgeye dayanımı az olduğundan alandan kaybolacaktır. Ve buralarda boşlukların neticesinde su, toprak tarafın emilemeyeceğinden yosunlaşmalar başlayacaktır. Özellikle ağaç altı, bina arasındaki alanlarda mutlaka gölgeye dayanımı olan çim varyetelerinin yer aldığı karışımlar kullanılmalıdır. İlerleyen günlerde bu konu hakkında daha detaylı bilgi bulabilirsiniz bloğumda.

2- Çim ekimi yapacağımız alanın büyüklüğüne göre: Çim ekimi hem zahmetli, hem de maddi anlamda masraflı bir iştir. Alan büyüdükçe bakım maliyetleri de bir o kadar artabilmektedir. Dolayısıyla genelde büyük alanlarda büyümesi yavaş, biraz daha kaba görünümlü çim karışım varyetelerine yönelmek, ileride alanın homojen yeşilliği için çok gereklidir.

3- Çim ekimi yapılacak alanın toprak yapısına  göre: Bu konuda yapılabilecek en mantıklı şey, alanımızdaki toprağı yenilemek değil, bilakis var olan toprağı değişik materyallerle ıslah etmektir. Yine bu başlıkla ile ilgili ilerideki yazılarımda daha detaylı bilgilerim olacaktır.

4- Bahçe sulama suyunuzun içerisinde bulunan tuz oranlarına göre: Bu da çim karışımını seçerken dikkat edilecek önemli başlıklardan biridir. Tuzluluk sadece denize yakın alanlarda vardır düşüncesi yanlıştır. Mutlaka sulama suyunuzu tahlil ettirmek, çimlerinizin sağlıklı var olmaları için gereklidir.

5- Çim ekeceğimiz alanın kullanım amacına göre: Çok basittir...Yoğun basılan alanlara farklı, az basılan alanlara farklı çim karışım tohumları kullanılmalıdır.

6-  Çim ekeceğimiz alanda bulunma süremize göre: Denize uzaklığı, sadece yaz aylarında mı kullanılacak, yoksa yaz-kış mı kullanılacak onu göz önünde bulundurmak gerekir. Sürekli yaşadığımız yer ise '' her dem yeşil'' serin iklim çim tohumu varyeteleri, 3-4 ay kalınan yazlıklarda da genelde sıcak iklim çim tohumu varyeteleri kullanılmalıdır.

7- Bakım  şartlarına göre: Çimlerin tam alanımızı kaplamasıyla bakım işlemleri  de başlayacaktır. Bakım; düzenli sulama, düzenli biçim, yine  düzenli gübrelemeyle sağlanacaktır. Bu durumda ne kadar sıklıkta bakım yapabilirim  sorusuna  cevap vererek ona göre çim tohumu karışımları seçilmelidir.

Yukarıda yazdığım maddeler ışığında en uygun karışımları hazırladığımızda başarılı bir çim tesisini yapmak için ilk ve güvenli adımı atmış oluruz. Piyasada bir çok firmanın paketleyip sattığı çim tohumları  karışımları bulunmaktadır.

Bakın şu çok önemlidir: İçerisinde 6-7 ayrı çim tohumu karışımı bulunan örneğin 6'lı  7'li karışımlar daha kalitelidir diye bir inanış asla doğru değildir. Yukarıda sıralamış  olduğum maddelere  göre bazen 2-3 tür çim tohumun karışımının alanda kullanılması çok daha kaliteli bir çim tesisi anlamına gelecektir.

Bir kaç gün sonraki yazımda, tohum çeşitleriyle ilgili toprak hazırlığı esnasında dikkat edilecek hususlara değineceğim...

20 Ocak 2011 Perşembe

SERACININ GÜNLÜĞÜ

-- Adın nedir senin ?
-- Ahmet.
-- Kimin oğlusun ?
-- Babamın oğluyum.
-- Soy adın nedir senin ?
-- Toprak.
-- Bu köylü değilsiniz yani ?
-- Evet biz Aşağı kırıklar'dan geldik. Zeytin toplamak için.
-- Hımmm. Demek ailen zeytin toplarken sende, hasat bitene kadar bu köyün okuluna
   devam ediyorsun
-- Hı hı ... Bu çiçekler sizin mi ?
-- Evet benim. Beğendin mi ?
Gözleri ışıl ışıl çiçeklere hayranlıkla bakıyordu. 9-10 yaşlarında mavi önlüklü elinde evrak dosyasına benzer çantası, üzeri az buçuk kirli bir kot pantolonu, bu kirliliğin aksine bembeyaz yakasıyla bu büyümüşte küçülmüş çocuğu  hayranlıkla izlemekteydim.
-- Bizim evde de sümbül soğanları şimdilerde filizlenip çiçek açmaya başlamıştır.Her sene ben onların diplerinden yeni yumruları alıp evimizin bahçesinin boş köşelerine ekerim.Nergisleri de aynı şekilde hep ben çoğaltırım.Çok hoşuma gidiyor ,yavru yumruları alıp başka yere ekip çiçeklendiklerini görmek , hele ki kokularını koklamak gibisi yok.

-- Demek çiçekleri çok seviyorsun ? Bu arada gözlerini çiçeklerden ayırmadan.
-- Hemde nasıl. Ancak 3 senedir buraya geldiğimiz için ne nergislerin ne sümbüllerin çiçeklerini görmek koklamak nasip olmuyor. Bi geçen sene solmuş çiçeklerini görebildim yine de kokuları üzerindeydi. Mis gibi hala kokuyorlardı.
    Bu kadar hayranlıkla çiçeklerini anlatıyor olması  hoşuma o kadar gitti ki  ne  soracağımı  bocalarken '' nereden duydun peki bu bahçede çiçek olduğunu''diye soruverdim. Bu soru karşısında sanki çiçeklere bakmakta suçmuş gibi   biraz irkildi
o ışıl ışıl gözleriyle beni şöyle bi sözdü.
-- Siz geçen gün bizim okulun Atatürk köşesine çiçek getirmemiş miydiniz ?
-- Evet.
   Bu evet cevabı ile ürkekliğinin yerine cesareti geri gelmiş bir şekilde,  
-- Ben öğretmenime sordum '' bu çiçekleri getiren kişi burada mı oturuyor'' diye.Ondan öğrendim sonra sizin mahalledeki arkadaşlarda da burada çiçekleriniz olduğunu duydum.Zaten siz Atatürk köşesine saksıları yerleştirirken ben hemen arkanızdaydım.Çok güzel çiçekler.Adları ney onların ?
   Tek tek adlarını söyledim. '' Hı  bilmiyodum bunları'' dedi.Sera içindeki çiçeklerin tek tek isimlerini söyledim.İşte nasıl çiçek açarlar ne zaman  açarlar diye.
-- Beğendiğin bir çiçek varsa alabilirsin İstersen. 3-4 tanesinin ismini biliyordu ancak ilk defa değişik çiçekleri görünce iştahı artmıştı.'' Yok '' dedi.Bunlardan bizim oralarda yok hemde pahalıdır bunlar,gözlerini yere indirdi istemem de yan cebime koy tavrıyla değil gerçekten eziklikle ''param da yok ki''dedi.'' Peki şöyle yapalım o zaman bunların nasıl üretileceğini göstereyim kendi çiçeğini kendin üret o zaman para almam'' dedim. Tamam o zaman  dedi.Gözleri hala seradaki çiçeklerin ışıltısıyla akşam babamdan izin alır yarın okul çıkışı gelirim deyip mutlu bir şekilde yanımdan uzaklaştı.
   Çok normal bir olay işte çocuk merakıdır merakını gidermek için yanınıza gelmiştir diye düşünebilirsiniz. Sanmıyorum. Ben düz lise mezunuyum.Bir kariyerim yoktu.Çeşitli şirketlerde çalıştım ki uluslar arası paket servisiydi çoğu en son çalıştığım şirketin iflasından dolayı. İşsiz kalmıştım. Ablamın zirai i ilaç bayisinde çalışmaya başladım  çim tohumları da satıyorduk. Hafta sonlarım boştu. Nasıl değerlendirim derken aklıma pazar yerinde çim tohumu satmak geldi.Bir üreticinin tezgahının yanında küçük bir bölüme  2 kutu çim tohumu  küçük paketler halinde çiçek tohumları satmaya başladım. Soran çoktu ancak alan yoktu. 3-4 hafta sonra bir teyze geldi çim tohumları hakkında sorular sordu bende az çok anlattım. İyi anlatmışım ki satın alırım ancak siz ekeceksiniz dedi.Ben anlamam dediysem de öğrenin ve siz ekin , ekim ücreti neyse onuda veririz. Araştırdım sordum ve öğrendim çim ekmeyi. Sonuç tam başarı . Ve o apartmanda yazlıkları olan bir kaç kişinde çimlerinin tesisini yaptım .Her yeni düzenlemede yeni şeyler öğrenirken yenide müşteriler buldum. Ve bu günlere geldim. Öncelikle hala görüştüğüm ve bu mesleğe teşvik eden Mükerrem teyzemin ellerinden hürmetle öpüyorum.Şimdilerde çocuk iken evimiz büyük bahçesine bilmeden ektiğim ve yeşermeyen çeşitli meyve tohumlarıyla çok uğraşmıştım.Arkadaşlarım okul çıkışı sağda solda oyun oynarken ben evimizin büyük arka bahçesinde bu işlerle uğraşıyordum. Yazları tütün ekiyor kışları da zeytinlerimizi topluyorduk o sıralar bile ne yapar eder dayak yemek pahasına tarlalardan kaçardım. Ne tütün kırmayı severdim nede zeytin toplamayı. Ancak bağımsız olarak o bahçede yağmurda,  sıcakta, bitkilerle tohumları  ekmekle zamanımı geçirirdim. Çocuk aklı işte.Demek ki o zamandan beridir içimde gizli kalan şey bitkiler üzerineymiş. Şimdilerde  tamamen  botanik denizindeyim. Hatta hastalık derecesinde . Bir insan önce işini severse hem başarıdır hemde maddi anlamda gelen para çok kutsaldır. Bu o kadar mesleği benimsemeydi ki Karşıyaka sokaklarında gezerken gözlerim ya bahçelerde yada başım yukarıda balkonlarda ki bitkilerdedir. Bir gün yine gözlerim yukarıda balkon saksılarında ki çiçeklere bakarken ekip otosu karşımda belirdi. Neyse kimlik filan verdim hemen o arada polis memuru''neden balkonlara bakıyorsunuz'' diye sordu. Ben dedim çiçek-fidan işiyle uğraşıyorum. Çiçeklere bakıyordum  mesele bu. Neyse sicil temiz tabii :)'' İyi de ben sizi hiç görmedim Karşıyaka'da'' dedi.''Bende sizi hiç görmedim '' diyerek kimliğimi alıp yürüdüm.(Çiçek hırsızımıyım ben.)
   Demek istediğim öncelikle önümüzdeki yıllarda en çok gündeme gelecek olan mesleklerin başında Tarımla ilgili ,toprakla ilgili meslekler gelecek. Bu beslenme ihtiyacının gereği,(artan nüfus) . Gün geçtikçe malum Ekim alanları daralıyor. Yağmurlar yağmıyor yağsa bile uygunsuz mevsimlere dağıldı. Ormanlarımız  ki evrensel olarak yok ediyoruz..Önce  bir fidan ekmekle başlamalıyız iklimleri geri getirmeye.Ve gerçekten kaygı duymadan bu işi sevenler bu mesleği edinsin.Önce yürekte sevgiyle başlasın bu tip meslekler inanın saygısı bizlere binlerce ürün olarak (oksijen,su ve yitmemiş toprak olarak geri gelir.) Ve küçük bir saksı çiçek bakmayı sevdirmeliyiz çocuklarımıza. Ahmet çok teşekkürler sana. Bunları bana yazdırdığın için. Ve çocukluğumdaki benle beni konuşturduğun için.

Levent ÖZCAN

13 Ocak 2011 Perşembe

Merhaba Çiçek Sevenler...


Yeni bir yılla birlikte ister bahçede, ister balkonda ve hatta salonlarda yetiştirdiğimiz, gözlerinin içine baktığımız bitkilerimizin bakım zamanı başlıyor.

Öncellikle merhaba bitki sevenler...

Ocak ayı genel anlamda çoğu bitki türlerinin uyku dönemidir. Dolayısıyla besin ve su ihtiyaçları oldukça azdır. Bu dönemde yapılabileceklerin en başında mevsimsel budamalar gelir.
Şöyle yapalım öncelikle; pek çok bitki var ve ayrı yörelerde farklı isimlerle adlandırılırlar. Bu isim karışıklığını ortadan kaldırmak için bazı zamanlar Latince adları ile yazmak bitkilerimizi karıştırmamak adına isabetli olacaktır.

OCAK AYINDA BAHÇEMİZDE YAPILACAK BAKIM ÇALIŞMALARI:

Budamanın en yoğun olduğu ay, başta da belirttiğim gibi bu aydır.

Güller: Eylül budaması yapılmadıysa güllerinizi toprak seviyesinden bir karış yükseklikte bırakarak üst dallar alınmalıdır. Bunu yaparken, bitki çatısını mutlaka genç sürgünlerden oluşturmalısınız. Bir kökte yerine göre 3-4 ana dal bırakıp, gelişmemiş yaşlı dalları almalısınız. Eğer üretim yapmak istiyorsanız budamış olduğunuz dallardan çelik alabilirsiniz. Bu ay içerisinde yine sarmaşık gülleri de budanmalıdır.
ÇELİK ALIRKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR:

- Bir çeliğin uzunluğu 15-20 cm. olmalıdır.
- Çelik aldığımız dalın, gülünün dökülmüş olmasına dikkat edilmelidir.
- Çeliğin üstten bir iki yaprağı bırakılıp öyle çelikleme yapılmalıdır.

BAKIM:

Mantar ve aşırı soğuk iklimlerde yetiştirilen gülleri bu etkenlerden korumak için ''GÖZ TAŞI'' diye bildiğimiz, Bakır sülfat+Kireç (Bordo bulamacı) ile güllerimizin tüm gövdeleri ilaçlanmalıdır.


BAHÇEMİZDEKİ DİĞER BİTKİLER:

Meyve  ağaçlarından tutun da diğer çalı gruplarına giren bitkilerin budanması bu aylarda başlar. Bu ayın soğuğundan korumak için MELİSA, JAPON GÜLLERİ, BEGONVİLLER, KAUÇUK v.b gibi bitkilerin budanması geciktirilmelidir. Ayrıca bu tip soğuğa dayanımı az olan bitkilerin  toprakla bağlantı gövde kısımlarını yanmış hayvan gübresi ya da saman türü materyallerle sarmak iyi olur. Bitkinin büyüklüğüne göre naylondan da basit bir örtü yapılabilir. Limon dahil bu tip hassas bitkiler kar alan bölgelerde ancak limonluklarda yetiştirilebilir.

Bordo bulamacını tüm otsu bitkileriniz haricinde mutlaka kullanınız.
Ziraii ilaç kullanmayacaksanız, özellikle ''kabuklu bit'' parazitli bitkilerinizi mutlaka alandan uzaklaştırınız. Aksi takdirde diğer bitkilerinize de geçebilir.


ÇİMLER:

Bu dönemde yine tüm çim türlerinin gelişimlerinde duraksama vardır. Zaten sıcak iklim çimleri kış uykusundadırlar. (BERMUDA, UGANDA) Diğer serin iklim çim türlerine bu aylarda fazla müdahale edilmez bakım yönünden. Yabancı otların faaliyete geçeceği unutulmamalı, gerekli kültürel ya da kimyasal mücadeleye başlanmalıdır. Çim alanımız üzerindeki yapraklar toplanmalıdır. Bu arada salyangozların  ve mantar hastalığının da nemden dolayı gelişebileceği unutulmamalıdır. (ÇİM ALANLAR KONUSUNDA KARŞILAŞTIĞINIZ SORUNLARI BANA MUTLAKA İLETİNİZ. ÇÜNKÜ ÇİM ALANLARI APAYRI VE GENİŞ YELPAZELİ BİR KONUDUR.)

SALON BİTKİLERİ:

Genelde salonlarımızda sıcak seven ve doğrudan güneş istemeyen bitkiler yetiştiririz. Bu aylarda hemen hemen hepsi gelişmelerini durdurmuştur,  pek fazla bir şeye ihtiyaç duymazlar. Özellikle sulamaya çok dikkat edilmeli, gerekmiyorsa eğer sulamayı bırakmalıdır. Aksi taktirde bitkilerimizde çürümeler başlar.

Şimdilik bu kadar...İlerleyen günlerde belli başlı bitkilerin ayrı ayrı bakımlarını elimden geldiğince  açıklamaya çalışacağım. Aklınıza takılan bitkiler hakkında daima bana not bırakabilirsiniz. Sevgiyle kalın.

Levent ÖZCAN

11 Ocak 2011 Salı

Benim Dünyam...



Yazılası kelimeler
Neden çatışmakta yalnızlıklarımda...
Derin bir gecedeyim,
Elimde günden arta kalan ışıklı düşünceler.
Bunlardır anca ve anca iç çekebildiklerim.
Yalnızlıkların da perdesinin en ardında,
Uyuşurken gözler en koyuya,
Ellerimle yokladım sessizliği...
Haşmetinden eser yok şimdi, şu an günümün.
Kalabalık insan topluluklarından arttırdıklarımda,
Gevşetmekte beni nabzımın en derin fikri...
Kuytusundayım gecenin.
Hak yemiş düşüncelere üzgünüm.
Düşünmek çok basit ve en kolay,
Sermayesi afyon, heyecan, hayal,
Yedi harikalar diyarı olan bu dünyada...
Dinginim.
Asla kölesi değilim.
Tarihin yalancı çakma fiyordlarında,
Önce de sömürgedeydi geçmişlerim...
Katları katlanır kuleler yalnızlıklarında,
Şimdi de avutan ezilmişlik
Ve anlık geceyi aydınlatan
Tarihimin havai fişeklerindeyim...

10 Ocak 2011 Pazartesi

Gün(dem)...

Günümü yarıladım.
Uyku gözlerimden
Güneş süpürmüş kabus kalıntılarımı,
Sımsıcak eliyle okşuyor yüzümü.
Huzurluyum içten içten...
Telefonlarım da kapanmış,
Azcık öte kaçmışım metalik seslerinden.
Huzurluyum, mutluyum...
Çünkü
Çevremi güneş,
Günümü de ben aydınlatmış olacağım.
Arpa suyuna fazla meyilliyim biliyorum,
Tütünün de hatırı sayılır derecesinde...
Şu anda sildim hepsini beynimden,
Tek hedefim sonsuz mutluluğum.
Çıktım evimin büyük avlusuna,
Dikili Körfezi'nin mavisi
Yine en güzel manzarayı almış kucağına
Karadağ'ın zirveleriyle oynaşmakta...
Bahçemde günü kadehliyor
Sardunyalar, begonviller, polyanta gülleri,
Bu enfes tablo karşısında...
Bir kesitti bu günün bir saatinden,
Dizelemek yaşamın en mutlu enfesliklerini,
Daha çok mutluluk güzellik var yazılmaya değer
Doğduğum ve de yaşadığım bu ANCONOZ'da...

9 Ocak 2011 Pazar

Biliyor musun?..

Düşünülmesi gerekenleri okşadıkça,
Ağlıyor sözcükler...
En beklenmedik bir anda
Sayfaları mimliyorum mısralarla...
Nedir bu?
Doğurgan şiir günlerim de miyim?
Katışıksız sevdalara mı gebeyim?
Bilmek, bilmemenin ötesi,
Çardaksı günlerde güneşten sığıntıyım gölgelere,
Bir adım önde olmak
Bilgeliğin kutup yalnızlıklarında...

7 Ocak 2011 Cuma

UMUT...

Kuşları gözledim
Avurdu çökmüş günlerin tam ortasına
Kanat izlerinde gurbet türküleri söyledim.
Çayımın, sigaramın ilk turfandasında,
Zincirleme kazalar yaşıyor öksüz düşüncelerim...

Çaresizliğe nazır kiracıyım,
Avurdu çökmüş günlerin ortasında
İsyan içinde şefkat türküleri söyledim.
Benliğimle, varlığımla ömrümün son baharında,
Tek bir halka ile aşka bağlı benim bu yüreğim...

6 Ocak 2011 Perşembe

Ah Akşamlar...



Dönüyor akşamlar yine,
Nefretim kükürt dolu,
Savurmak istiyorum gri gri,
Yalnız kaldığım bu saatlere.

Dönüyor akşamlar yine,
Bedenim metalik zevk yokuşu,
İsyanım avaz avaz, diri diri,
Yalnız kaldığım bu saatlerde.

Dönüyor akşamlar yine,
Gözlerim hüzün koyu,
Açlığım bir tene sımsıkı kilitli,
Hasret kaldığım bu saatlerde.

Dönüyor akşamlar yine,
Yüreğim bin bir aşk yolu,
Saygım sadece birine kenetli,
İhanetsiz kaldığım tüm bu saatlerde.

Ben Seni Böyle Seviyorum...










Çarıklarımı çıkardım,
İzin verirsen odası dört olan
Akışkanlığı dakikada bilmem kaç debi ile
Kanla, canla ölçülebilen
Tınlayan ismin yürek sesimde.
Çarıklı sevdiğinim.
Saygını asla sağır etmem
Aşkımın örs çekiçlerinde.

Seni
Seni çarıkla,
Seni
Seni varlığınla istemekteyim.
Off be,
Ben seni en fakir
Ama
Sana yakışan en zengin duygularla
Sevmekteyim.
Ben
Ben senin çarıklı sevicinim...

Anlatmak Sevdayı...

Azotsuz günler yaşıyordu,
Çöktü...
Sakinlikle gözlerini yatırdı,
Ufuğun görülebilecek kadar yakın
Düşünebilecek kadar uzak olduğunu anladı.
Elinde kırk yıllık çehresi umudunun,
Tek tek geçmişini yudumluyordu.
Depreşmiş acıların, sevinçlerin, sevişlerin, nefretlerin,
İşte ne varsa yaşanmışlıkların kaş dağları arası alnında,
Hepsine
Çatır çatır çattı.
Baştan beridir biliyordu belki,
Biliyorum, bana azıcık çıtlatmıştı
Seviyor olmanın bu kadar kolay,
İnandırmanın bu kadar zor olduğunu...

Azotsuz günler yaşıyordu,
Dehası göklerdi.
Un ufak edilmiş bulutlara çok hasretti.

Mart ayında sevişmeyi,
Nisan ayında oksijensiz kalmamayı öğretmeli,
Mayıs ayında yeşile örtünmeyi de,
Tüm insanlara...
Dayanılması  zor sevdaydı onun ki...
Beklemeyi öğretirken, yitirmenin yüklemselliğinden kaçıp
Sunmalıydı yavan yaşamlara.
Baştan umut ekmeli ve tabi Nisan'ın cömertliğini dayatmalı
Dedi...
Düşünce kaftanını sırtına çalıp,
Yitip gitti kendi kendine
Bir misyoner edasıyla...
 .........

Dipnot: Azot en hareketli bir elementtir ve yağmur yağdığında düşer. Azot, bitkilerin en fazla ihtiyaç duyduğu besin kaynağıdır. İklimimizin en yağışlı ayının da Nisan ayı olduğu bilinir ve bundan dolayıdır ki Nisan yağmurları bereketlidir.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bekleyiş...

















Sabah 05:40
Hem zamanın penceresindeyim,
Hem de gerçek  pencere.
Çift camlı, plastik doğramalı.
Yüzüm şafağa dönük.
Doğurganlığı,
Nur topu gibi derler ya hani,
Gecenin evladını doğurmasını,
Çığlık çığlığa ortalığın aydınlanmasını
Beklemekteyim...


Geçerken yeni uykulu düşünceler beynimden,
Güne başlamanın rahatlığındayım.
Şımarık bir çocuk gibi onu uyandırmalıyım...
Bir ebenin acı veren edasıyla,
Doğurtmalıyım onu en namahrem yerinden.


Gıdıklıyorum karşımdaki tepenin gece düşmüş yamaçlarını.
Karanlığı tekmeleyen ışık nefes nefese,
Gözlerimin bebeğiyle gecenin şafağının bebeği,
Keskin keskin göz göze gelmekte.
Hoş geldin sarı süpürge saçlı.
Hoş geldin yirmidört saatlik arkadaşım...

ÖZden CAN dizeler...


Haykırmaksa kelimeleri,
Sıvası dökülmüş duvarlara...
Tut badem çiçeği elime bir dem vur,
Güzelliğinle elim bahar bahar şiir yazsın.

GECE












Tel tel dökülüyor gece ellerime,
Oturmuşum bir davulganın (odunsu çalı) perdesine,
Etrafım pul pul yaprak.
İttirirken ağzımdan karanlığa şarkı kelimelerini,
Biliyorum, gerçekten herşey güzel olacak...
 
Yıldız yıldız ağlıyor gece,
Ellerimle kapatıyorum yüzümü,
Kocaman sevincim var bana ne.
Yıldızını tuttum, ayını  parçaladım,
Pırıl pırıl yıkadım yarınım olacak gündüz hüznümü...


Sadakat yaşamda en büyük ikaramiye,
Yitirmemek gerek,
Bu hisle vurmak geceye
Çok acıdır çok, herşeyden bir anda vazgeçmek...

ÖZden CAN cümleler...





Direnmeyin bana,
Ey! Uluorta karşıma çıkan korkular...
Yüreğime sevgi mabetleri inşa ediyorum,
Hiçbirinin temelinin taşına dahi dokunamazsınız...

4 Ocak 2011 Salı

Vakti Geldi...Yaşamanın...



Gecenin tam alnındayım,
Uykusuzluğumu temizledim.
Biliyorum sabahlara ulaşacak mısralarım...

En çok hoşuma giden de ne biliyor musunuz?
Sabahın beşinde çaykaşığının sesiyle geceyi uyutmak..
Sabahı aynı sesle uyandırmak.
Kuşluk vaktinden sonra buram buram dağ kokan
Çığlık çığlığa serçelerin sesiyle
Güneşi avuçlamak...

Serzeniş...

Kopmuş nefret fırtınalarında,
Öksürmektesin kinini kan ve kan
Ciğer param parça...
Öfken bir biopsi bekleyişi
Yüreğimde atan ise can can...
İsyan mısraları desem de bunlar,
Haklılığın hafifletici  bir pansuman...
Ölümden ötesi yok.
Zincirlendiğim bu kök,
Yazın sıcak, kışın soğuk,
Bilmem kaç yaşında başımda dönen bu çınar...

Hakkını teslim etmek lazım elbet,
Son nefesleri okşarken kelimeler,
Sen haklıydın,
Sanadır bu şiirler, ya kısmet...
Elbet bir gün beni sana tam anlatacaklar,
Gökyüzünde ışık saçan kayıp melekler...

İçimden Taşanlar...


Yiyorum doyasıya sayfaları,
Geceler gebe mısralara,
Ayrılıyorum ipsiz sapsız duygulardan,
Korkma ya!
Seviyorum çiçeği, böceği...anlasana.
En iyi arkadaşım bunlar benim, kalmasa da hatırı,
Üç mısra, dört mısra
Korkma, korkma...
Ben en iyi kestirme yolun
En bilinen yol olduğunu biliyorum.
Seni çiçekle böcekle
Seni mısra ile dizi dizi seviyorum...

Öksüz Kaldım...Sensiz...


Susmuşsa kuşlar sevgi dalında
Ya da uçup gitmişlerse,
Efkarını dağıtmak için
Yaktığın sigaranın dumanında
Kaybolmuşlarsa
Düşünmeden, 
Ölmüşse zaman
Ve yıkılıp kalmışsa
Kucağına çaresizlik
Yalnızlıktır bu canım.

Kesişmişse
Tüm yolların bir kavşakta.
Ya da silinip gitmişlerse
Yaşam felsefenin haritasında
Tüm çizgiler...
Umutlar, ah umutlar
Suskunsun, çaresizsin
Ve yapayalnız kalmışsın
Dünyanın tam ortasında.

Günler, çaresizlik sarnıcında
Öğünüyor.
Elbet
Yine acı, yine umutsuzluk...
Ve ardında dağlar kadar büyük
Suskunluk...
Hadi kalk diyorum,
Ey ferman dinlemez yüreğim
Hadi
Hadi be...
Ağır basıyor biliyorum.
Çünkü yüreğimde sevgini hissettiğimde,
Ellerinin izi ellerimde
Gözlerinin izi gözlerimde kalıyor...

....................

L.ÖZCAN / 1991

YALNIZLIK

Yalnızlığın ayak sesleri geliyor,
                                        ardımdan.
İnsanların içindeyim boğucu bir kalabalık.
Aniden düşüyor yüzüm kaldırımlara
                                          anlamadan.            
İşte bu ortamda bile,
İşte kalabalık çözeltisinde bile,
Sessizliğimle dibe çökenlerdenim.

BİR SU TANESİ......



Denizine renk veren gökyüzü,
Çatmışsın  bulutlarını yine,
Ukalaca karartmışsın gözünü,
Yatay maviyi delilendirip yine,
Köpük köpük  AĞLATMAKTASIN...

Diz çökmüş nefesin kıvrım kıvrım,
Yatay mavinin yanağını okşarken,
Bir anda yükselip kızgın kızgın,
Zeytin ağaçları ile dalaşırken,
Yaprak yaprak doğayı ACITMAKTASIN...

Öfken kudretin atmosfer dışı sıcaklığı atlatsa da,
Titreşmekte tüyü yeni bitmiş yavrular olsa bile,
Çakma fiyordların  martı yuvalarında.
Ne kadar çirkinleşsen de, çirkefleşsen de
Şimdi damla damla  yeşili YAŞATMAKTASIN...

Sessizliğimin Sesi...



Anlatması zor,
Bir cümleye hükmetmek için bile olsa,
Yaşam belirtileri olan kelimeler
Bir anda son nefeslerini veriyor.
Pandomimli günler yaşıyorum...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...