24 Aralık 2021 Cuma

Yağlı Şiir

yüzde yüz hatalı olsan da
hep suyun üstüne çıkacaksın
zeytin yağ gibi.

rafları doldursan da
kendini ağırdan sattıracaksın
ay çiçek yağı gibi.

memeler dolusu çağlasan da
kıla tüye aldırmayacaksın
tere yağ gibi

ondan azıcık bundan azıcık oluşturulsan da
her çeyreğinde palm yağı taşıyacaksın
nebati yağ gibi

un ufak olacak şekilde kırılsan da
mutfakta yangın olsa bile püskülünü savuracaksın
mısır yağı gibi

cozur cozur cozurdamasan da
efil efil yemeklere tat-koku olup sızacaksın
susam yağı gibi

kibrinle kalp damar, tınlamasan da
viskinin acısını alacaksın
asla ezilmemiş fındık gibi

sağlığa zararlı  olsan da
fakir-fukara sofralarda kral olup taç takacaksın
palmiye yağı gibi.

mangalda yağsız ete marina olacaksın
makamda ki vasıfsız adama yakılacaksın
göze girmek için bıyıklara badem olup sürüleceksin
ayak yapacaksın köseleyi parlatacaksın
kısacası bedeni belden doksan derece  eğeceksin
gelen geçene yağını çekeceksin.

elbet bir yerlere geldiğinde
geçmiş geride kalmıştır kendince
bundan sonrasın da
nice yağcılar dolacak çevrene
ya arabın yaptığını yaparsın
yağın bu bolluk dönemlerinde
yada son model arabanda
yada makamında nice kendinden geçmeler
iki üç fırtlık anlık pudra şekerlemelerinde.


zaman çabuk geçer
kollestrol yükselir
başlar motor yağı kıvamında günler.
kabında son damla yağma da tükenir.
ikametin silinir.
inilecek yağcılar semtinde de artık değilsindir.
patatesler haşlamadır
balıklar buğulamadır.

şimdilerde haykırman
boş teneke sesinden ibarettir.
Şimdi hesaplaşma zamanıdır.
Bak işte ben buna karışmam.

Levent ÖZCAN

8 Kasım 2021 Pazartesi

gündecilikli Mustafa amca




pandemidir... 
ekonomik durumdur...
kuru ekmek soğana talimdir...
temel gıda, protein yok...
meyve-sebze vitamin yok...

bet-beniz, renk değişir...
tabii ki mide de örselenir...
kul hakkı yiyenlerin...
garibanı ezenlerin...
burnu kaf dağında gezinenlerin...
mide fesadı geçirenlerin...
durumunu bir bir anlattı...
"karakterimiz piç olacağına
ulan mide delinirse delinsin..!"
dedi... 
yan sokağa saptı...
gündecilikli Mustafa amca....
şeffaf torbasında kuru ekmeği belirgin...


Levent ÖZCAN


KASIM 10


belki azrailin bile zorlandığı anlar vardır
dünyadan almak
çok sevilen insanı
geride yüz yıllarca yas bırakarak


emir büyük yerden olunca
bazı sevgili kulları
daha çabuk kavuştururmuş yaradanına....

Levent ÖZCAN

30 Ekim 2021 Cumartesi

ZOR AMA GÜZEL OLAN ŞEY CUMHURİYET

Bir güzel ülkedir bu türkü
İçinde insanlar var
Halka vatan sunan bir öykü
İçinde destanlar  var

Başta Mustafa Kemal
Samsun umuda varış
İzmir de can haykırış
İşgale baş kaldırış
                                                  
Dört bir yanda kabus eziyet
Emperyalist emeller
Hayalden ötedir hürriyet
Saraylı efendiler

Başta Mustafa Kemal
Yüreği büyük efeler
İlden İle kongreler
Tam bağımsız fikirler

Güneyde İtalyan Fransız
Çölden beter mi beter
İzmir İstanbul itibarsız
Yürek-sinir, harp eder

Başta Mustafa Kemal
Bir çatıda mebuslar
Ankara da umutlar 
Tek yürek  kuvvacılar

Son hat Polatlı tepeleri
Düşmana can direniş
Top sesleri ağıt dilleri
Hattı-sathı bekleyiş

Başta Mustafa Kemal
Yaydan çıkmış askerler
Kocatepe son kader
Dumlupınara iner

Barut-bulut, mermi sağanak
Toprak kanla işlenir
Mevsim Türke aldanarak
İklim artık zaferdir

Başta Mustafa Kemal
Peşi sıra ordular
Kağnı çeken kadınlar
Yalın ayak çocuklar

Hedef belirlenir Akdeniz
Anadolu devleşir
Bir Başka akar canım Gediz
İzmirim  çiçeklenir

Başta Mustafa Kemal
Efsanedir, kurtuluş
Kim demiş Türk yok olmuş.
Özgürlüğü kaybolmuş

Asrın en güzel ekimidir.
Batı diktatör bekler.
Onun aşkı Cumhuriyettir
Eskiye sünger çeker.

Başta Mustafa kemal
Asrın devrimcileri
İlk dev hediyeleri
Türk Cumhuriyeti

Levent ÖZCAN

23 Ekim 2021 Cumartesi

Basit

ırkı topla
tüfekle değil
kültürle 
yok edersin



Levent ÖZCAN

DAİMA ONUN HEDEFİNDEYİZ

 




1919 da asi dediğinizde
biz Mustafa Kemalciydik
"mandacılık" dediğinizde
biz istiklalciydik
ege dağlarında "eşkiya" dediğinizde
biz Kuvvayı Milliyeciydik
1950 de "komünist" dediğinizde
biz bağımsız Türkiyeciydik
1968 de "hello" 6. filo dediğinizde
biz yanki go hom(e)cuyduk 
12 eylüle "evet" dediğinizde
biz Cumhuriyetçiydik
komünizm bitti üzüldünüz
şimdi diyorsunuz bölücüsünüz
ah kavonoz dibli dünya ah!
1919 ruhu ile bizler
hep
KEMALİST
daima
ATATÜRKÇÜYÜZ 



Levent ÖZCAN

ATATÜRK





Sahil şehrinde doğdu

Reis olmadı !

Akdenize nazır Afrika, Dernesi Tobruk'u

Reis olmadı !

Filistin'i Sinas'ı İngiliz oyunu.

Reis olmadı !

Kuş bakışı Conkbayır'ı Saroz'u

Reis olmadı !

Karadeniz'e açıldı Vatan borcu

Reis olmadı !

Dolaştı Sivas'ı Erzurum'u

Korumalı(!) Reis olmadı !

Ankara'da kurdu orduyu

Reis olmadı !

Sökün etti kurtardı Anadoluyu

Reis olmadı !

Ege denizini düşmanla doldurdu

Reis olmadı !

Takan varsa 2-3 tayfa dümen suyu

Reis olmak en kolayı !

O ise Cumhuriyeti kurdu.

Yüyılların Şanlı Lideri oldu.


Levent ÖZCAN

NEDEN BÖYLEYİZ

 



Neden patatesler
Sarı renkli
Neden  soğanlar 
Kırmızı renkli çuvaldadır.
Neden Pazarda domates satan
Kırmızı renkli
Neden Pazarda salatalık-yeşillik satan
Yeşil renkli şemsiye açar.
Hıyarlık bizde mi
Keriz-kereviz
Ayva-mayva
Turp gibi turup
 hepsini yeriz
21 nci yüzyılda işte

hep keklendiklerimiz.


LEVENT ÖZCAN

MİNNETLE

onların!
çivileri yoktu
nalları yoktu
atları yoktu
yiğit miydiler? 
yiğittiler...
yine de vatan kurtardılar.
çoğu yalınayaktılar...!


LEVENT ÖZCAN

Teşbih

 Dürüstlük
denizdir
Vicdan fırtına
gerçekler ise
dalga.
sürekli kamçılar denizi 
fırtına
dellenir deniz
dalgalanır.
kocaman abidesel 
kaya gibi yalanlar
gerçeklerin dalgasında
bir gün olur 
çakıl 
ertesi gün ufalanır
zerrelerce kum olur..
Dürüstlüğün dibinde kaybolur.


LEVENT ÖZCAN

Geçmiş Ola . Babama


 Sevgili geçmiş
Satırlarıma başlamadan önce
Büyüklerin ellerinden öpemiyorum..! 
Elini veren kolunu kaptırır dönemindeyiz...
Küçüklerin gözlerinden de öpemiyorum...!
Sabi sübyancı sapıklar, yüzünden...
Hala, amca teyze hal hatır soramıyorum..!
Hepsi hikaye de canlı.!?
Ancak WhatsApp ta hepsi çevrimdışı...
Köyümü soramıyorum..!
Deniz kıyılarında zenginlerin tel örgüleri...
Zeytinliklerin yerinde  beton yığınları...
Dağlarında keçiler kuzular yerine
Dev gibi dönen rüzgar gülleri...
Sığırcık kuşları yok!
Leylekler yok!
Arılar yok!
Kekik yok!
Bu mektubu sana göndersem, 
Eline ulaşır mı bilemem..!
Postacıların elinde tebligat haciz evrakı çok mu  çok...
Her nasıl olursa da olsun yine de.
Sen yıllar önce yetirdiğimin 
Babamın ellerinden hürmetle öptüğümü söyle...!
Levent ÖZCAN



KUYRUK

 


hani diyorlar ya

eskiden:
tüp kuyrukları
yağ kuyrukları
şeker kuyrukları
gaz kuyrukları
vardı diyorlar.
O zamanda
piyasaya arzı mal, az 
ederinin üstünde olmasına rağmen fiyatı
insanların cebinde parası vardı demek ki
sıraya girmişler.
şimdiler de 
tüp 
yağ
şeker
gaz
çoğu ithal var mı var.
kuyruklar ise dünden daha da çok.
bu kuyruklar çaresizlik:
20 kuruşa ucuz ekmek kuyruğu
2 liraya  ucuz yağ kuyruğu

60 kuruşa ucuz şeker kuyruğu.
bu kuyruklar fakirliğin fukaralığın kuyruğu.
Bir şeyle övüneceksen
Her şey dahil süper yıldızlı otellerin
lobilerinde tatil için sıraya girmiş.
işçilerin emekçilerin iç geçirmiş
emekli dul ve yetimlerinin
oluşturduğu kuyruklarla böbürlen.


 Levent Özcan

CUMHURİYET

 Selanikte başladı türkümüz...
Bitsin diye çok beklersiniz siz..
Bunun  KITALARI var
Bunun NAKARATI var...
Oysa ki biz....
Daha biz ilk satırdayız....

Karmaşa


Aç tarih kitaplarına bak
Yunanı denize dökenin
Osmanlı ordusu değil
Anadolu insanlarının oluşturduğu
Yüce Türk ordusu olduğunu
anlayacaksın.

kıskanılmak

 isviçre de
kakao yok
fındık yok
çikola
ta satar.


israil de 
toprak yok
gübre satar
tohum satar


belçika da
maden yok
pırlanta satar


hollanda da
iklim yok
çiçek satar


almanya da 
petrol yok
araba satar


hint fakirinde
para yok
uzaya çıkar


küba da
kapitalizm yok
sağlık sunar


Amerikada ingiltere de
her şey var ama
habire ülke sofralarından
ekmek çalar.


bizde her şey var
amma:!?
herşeyi dışardan alırız
yan gelip yatarız.
tabii bizi kıskanırlar


Levent ÖZCAN

KOMİSYONCU

 hani diyorsun ya rüstem abi sen

ben yurdun her iline ulaşırım.

ve hatta yabancı şehirlere.


sen anadolu bozkırında

dolandın mı

karış karış

soluklandın mı sakaryanın 

kıyısında


sen misal rüstem abi

karadenize paralel

uçarcasına  serçe kanatları hızında

samsun kastamonu amasya sivası erzurumuydu

ve bulundun mu

umut dolu ankara da


sen ki rüstem abi hep gürlersin ya

sen oraya o buraya 

sen in o binsin

o gitsin bu gelsin

sen hiç  rüstem abi söyle 

sen hiç bulundun mu çanakkale içinde


ve rüstem abi sen kıvrıla kıvrıla

ama hiç debi kaybetmeden bir çırpıda

kütahya afyon uşak manisa aşıp

mendereslere  gedizlere karışıp

izmire ulaştın mı

poyrazı kovalayıp

imbatı karşıladın mı

abi sen kordonda


sen bir bakıma diyorsun ya

ben beslerim

ben giydiririm

ben içiririm 

böbürleniyorsun
ya 

her konuşmanda

ileri geri

sen elinde telefonuyla

lider nakliyatta 

komisyoncusun be abi


Levent ÖZCAN


EGE DENİZİ DAİMA HAZIR


 

ÇEVRE


 

9 Şubat 2021 Salı

Gerçek yaşanmış bir Kahramanlık Hikayesi.

 


Zaman Kuvayı milliye ve kurtuluş savaşının başladığı yıllardır. 


Olayın yaşandığı yer ise Günümüzde İzmir'e bağlı olan Dikili ilçesidir.
O zamanlar Bergama'ya bağlı, kuzeyinde Ayvalık ilçesi, doğusunda Bergama, batı ve güneyinde Ege denizi ile sınırlandırılmış bir liman ve sahil kasabasıydı Dikili.

Dikiliye ve köylerine, antik dönemden bu yana geriye dönüp bakarsak, tarihi kalıntılar ve tarihi kültür adına pek bir şey bulamayız.

Oysa ki 30 km içeride Tarihe çeşitli alanlarda imza atmış kişilerin yaşadığı, başta Dünyanın en dik Tiyatrosunun bulunduğu çeşitli muazzam antik döneme ait yapıların günümüze kadar heybetinden hiçbir şey  kaybetmediği , çalınan Zeus Sunağı ile Bergama Krallığının yanında Dikili'nin bu konularda adının geçmemesi oldukça düşündürücüdür.

Antik döneme ait kaynaklarda  adı Aterneus olarak geçen Dikili, bu ismini  Osmanlının fermanı ile  çevresine dikilen zeytin ağaçlarından dolayı önceleri " Dikmelik"   olarak adlandırılmış. Daha sonrada Dikili adına  evrilip günümüze kadar gelmiştir.

Yakın zamanın izlerinden ve çoğu kişinin bilmediği bir çok kahramanlıkların yaşandığı Dikili de gerçek yaşanmış bir olaya bırakalım şimdi satırlarımızı.

Kuvva-i Milliye yıllarıdır.
Hasan Tahsin'in Kordonda düşmana ilk kurşunu sıkmasının üzerinden geçeli nerede ise iki yıl olmuştur. 

Sakarya ırmağının doğusuna çekilip mevzilenen kurtuluş ordusu ile karşısında toplarını  hiç susturmayan top seslerinin dahi Ankara'dan duyulduğu Yunan ordusunun Ankara'yı almak için yapacağı son hamle anlarıdır.

Diğer kıyı Ege kentlerinde olduğu gibi Dikili de de Rum azınlık çoğalmaktaydı. Dikili'nin liman kenti olması dolayısıyla karşı ada Midilli'den asker, askeri malzeme sevkiyatı oldukça yoğundur.

Bunun yanında, bereketli Dikili toprağında yetişen tütün, pamuk, zeytin ve özellikle boya yapımında kullanılan meşe palamudu pelitleri Dikili limanından dünyaya açılmaktadır..

Yine diğer işgal kentleri ve kasabalarında olduğu gibi yerli halk çaresiz suskun üzgün sonlarının ne olacağından endişelidirler.

Ayvalık'ta Yunana direnen Ali Çetinkaya ve Mustafa Kemal adları Dikili de de çoğu insanın gizliden gizliye  son umutları ve en son çareleridir.

Bir tarafta Sarayın Yunana direnmeyin fermanı, bir tarafta Yunan işgali ve yıllarca dost yaşadıkları Rumların şımarıkça azgınlıkları, dağ başlarında direnen efeler ve  Ankara da Mustafa Kemal komutasında savunmada bekleyen yokluklar içinde bir ordu.

Kasaba ahalisi bu  dörtlemede köşelerden köşeye savrulmaktadır. Kilise çanlarının ezan sesini susturduğu, haçlı mavi beyaz çubuklu bayrakların dalgalandığı bir dönemdir Dikilide.

Balkanlarda topraklar tek tek kaybedilmiş, Ege adaları elden çıkmış, Bu son yaşananları İstanbul'da  İngiliz savaş gemilerinden  saraya çevrilmiş topların ucunda izleyen sarayın  çaresizlik içinde olduğu haberleri ise tüm yurtta olduğu gibi peşi sıra Dikiliye de gelmektedir.

Dikili de bu durumu içine sindiremeyen, hazmedemeyen insanlarda vardır. Bunlardan birisi de Arap Said'dir.

Limanda balıkçılık yapar. 
Dikilide konuşlu Yunan garnizon komutanın izin verdiği deniz üzeri mesafelere akşamları ağını atar sabahta balık hasadı yapar  çektiği ağlardan.

Güleç ve şakacıdır. Her gülüşünde inci gibi  bembeyaz  dişleri, zeytin siyahı teniyle tamamen tezattır. "Aslen nerelisin" diye sorulduğunda; "Ataları Afrika'dan kaldırmışlar, Mısır'a köle olarak satmışlar, oradan da dedeler buralara gelmiş" der. Bu yüzden ona limanda balıkçılar "Arap" lakabını takmışlardır.

Arap Said gündüzleri  zeytin siyahı teninden dolayı deniz üstünde olsun limanda olsun diğer insanlardan çok daha fazla  fark edilir. Özgürlüğünün ilk ve son adresi olan bu limanda bulunmaktan oldukça mutludur oysa. Köle değildir mesela renginden ırkından dolayı asla kimse onu dışlamaz. Kendinden eziklik duymaz "insanım" der  "gerekirse hamallık bile yaparım" der. "Yeter ki burada yaşayıp öleyim" der geçer.

İlk kurşunun sıkıldığı günden bu yana Dikili; Ayvalık gibi tamamen Yunanlıların elindedir. Bunların yanında Bergama  ise daha direnir Yunana. Kimi zaman Yunan'ın işgaline uğrar Bergama kimi zaman Kozak yaylasında Ali Çetinkaya önderliğinde Efeler ve Kuvva-i Milliye'ye katılmış milis kuvvetler tarafından kurtulur Bergama! Ancak Her Yunan kuvvetlerinin Bergama'ya girişinde halk katledilir.

Alnında ki zeytin siyahı teninde kölelik kara yazısını siler atar Arap Said. Mustafa Kemal'i oda duymuştur. Köle olarak doğmuş kaderine bu en son boyunduruğu olan, Dikili'nin Yunanlılar tarafından işgal edilişini asla içine sindiremez. Elbet Türk değildir. Ancak köleliğin içinden gelen biri olarak  genlerine yer edinmiş özgürlük  baskısına dayanamaz. Tüm gününü geçirdiği. Dikili limanında Yunan askerlerinin ayak seslerini kırbaç gibi bedeninde hissederek çok acı duymaktadır. Limanda ki çoğu balıkçıların aksine Mustafa Kemal'e Yunan toplarının Ankara'dan duyulduğu çaresizlik anların da dahi  çokça inanmıştır.

Ve kararını verir. Kozak yaylasında direnen Efelerin milis kuvvetlerinin yanına gitmeyi aklına koyar. Ağlarını, denize acı türküler eşliğinde serdiği bir akşam üstünün gecesinde, 
40 Kilometre yol alır. 



Yol boyunca bir kaç Rum çete devriyesini  iki adım yanından geçmelerine rağmen simsiyah teni ile karanlığa kamufle olup atlatır.
Varır Bergama'nın Kozak yaylasına.
 
Dur çekilir bir yamaçta. Karanlık zifirdir. 
Yere yatar.
 "Ben tek kişiyim yere kapaklandım, silahım yok adım Said Dikilidenim bana Arap Said derler" 
 "sesime gelin bulun beni "der.  
Bulurlar Arap Said'i gözlerini bağlarlar. 
Milislerin konuşlandığı bir koruya götürürler. 
Balıkçı olduğunu, limana rahat girip çıktığını,, askeri bilgiler verebileceğine söyler.
Afrika'dan Mısır'a, Mısır'dan Dikili'ye geliş serüvenini anlatır Said.
Köle olmanın ezikliğini anlatır Said.
Dikilide ki özgürlüğünü anlatır Said.
"Ben tenimden dolayı köleydim ama  anladım ki şuan  işgal anlarında köle edilmek için ten renginin de bir önemi yokmuş" der milis kuvvetlerinin başına.
Bu konuşmalarıyla Milislere güven verir  Said. Milis kuvvetlerinin başı Yunanlıların çok önemli hareketliliklerini bildirmesi konusunda Said ile anlaşırlar. Düşmanın Askeri sevkiyatlarını yaptığı Bergama'ya en yakın Liman da Dikili'dir zaten.

Haftanın 2-3 günü Dikili Limanından kuş uçsa, limana kuş konsa, Said o gece katar kendini Kozak Yaylasına düşmandan haber verir. Ve gerekirse elinde silah düşmana zarar vermek için baskınlara da katılır,,,,, efeler safında.

Gündüzleri Limanda balıkçılar sorar "Dün gece neredeydin Said" diye. O inci dişleri ile sırıtarak ben gündüzleri çok göze batarım da geceleri zifirimdir göze batmam nede olsa Arap'ım der güler geçer.

Arap Said tekrarlanan sıklıklarla  karanlık bastıktan sonra  40 kilometre ötesinde ki Bergama'nın Kozak Yaylasına çıkar aynı gece  yorgunluk nedir bilmeden kırk kilometre teperek gerisin geriye Dikili'ye döner.

Bir süre bu geceleri üstlendiği haber iletme görevini  yoğun bir şekilde yerine getirir. 
Ancak Dikili de bulunan Yunan Garnizon komutanı her bir hareketlerinin milis kuvvetlerince  önceden biliniyor Bergama yada civar yerlere gönderilen cephane konvoylarının her defasında  pusuya düşüyor olmasından dolayı işkillenir. 

"Kim bizden haber vere ki dağ başlarında ki eşkıyaya" diye düşünüp durur.
Gizli gizli araştırırlar. 
Halk arasına muhbirler sokarlar.
Sonunda Garnizonun hareketleri hakkında Kozak  yaylasına bilgi veren 
bu kişinin limanda balıkçılık yapan Arap Said olduğunu anlarlar.


Kozak Yaylasından döndüğü gecenin sabahı kayığına tam binecekken Yunan askerleri tarafından yakalanır Said. Garnizona götürülür. Türlü  dayaklar türlü işkenceler görür Arap Said. Bergama direnişine katılan Efelerden, Milis kuvvetlerinden ve de nerede oldukları konusunda tek bir kelime dahi etmez .Kurtuluşa inanmıştır Said. Dikili de zeytin siyahı alnına yazılmış kara talihine karşı çıkmış, genlerinde ki özgürlük haykırışları ile bu yola girerken Said kanı pahasına canı pahasına.  "Ser veririm sır vermem" diye kendine yeminler etmiştir.

Hiç bir bilgi alamayan Yunan Garnizon komutanı, bedeni dayaktan işkenceden  lime lime olmuş Arap Said'in dünyada belki de işkencenin tek örneği olan insanlık dışı uygulamasıyla ayaklarına nal çaktırtır! ve boynunu bir tasmalatır.
 
Ayakları  kolları zincirli olduğu halde bir kurbanlık koç gibi zincirli tasmasından çekerek Dikili sokaklarında dolaştırılır Arap Said.


Her geçtiği sokağın granit taşlı yollarında nal sesi , yerde sürünen zincir sesi ile Arap Said'in gırtlağından çıkan acı dolu hırıltıları yankılanır, Dikilinin sokaklarında.

Bu manzara karşısında  Öylece  dona kalmıştır kasaba ahalisi.

Her yürütülen  yol üzerinde Arap Said'in kanlı nal ayak izleri gittikçe soluklaşır.

Şuan da bile insanların  su alıp çay demlediği sülüklü çeşmenin başına gelindiğinde bir yudum su dahi içemeden  İNANDIĞI ANADOLUNUN KURTULUŞU ADINA ihanet kelimeleri  yerine,  son nefesini bu uğurda verir "

Bir yazıda bir konuşmada yada bir şarkıda Ölürüm sana kurban olurum  ben sana diyenleri duyunca yada okuyunca. Hemen ARAP SAİD gelir aklıma.

Kurbanlık böyle bir şeydir işte.

Ruhun Şad olsun DİKİLİLİ  NALLI ARAP SAİD.

Levent Özcan

19 Ocak 2021 Salı

DUYARSIZ DOĞA VE ONUN TEPKİSİZ TOPLUMUNA BİR ŞİİR

 Çam 
  direnmiyorsa
    iğne yapraklarıyla
      kozalaklarını 
       fırlatmıyorsa
         maden projesi çizen mühendisin başına

Arı
 vız vızıldamıyorsa
   iğnesini 
    saplamıyorsa 
     elinde hızar 
      bir bir ağaç devirenin münasip bir tarafına

Şahan
 umursamıyorsa
   göğün zirvesinden
    pike yapıp pençe gaga
     dalmıyorsa
       kayaları dinamitleyenin kafasına
 
Sincap
  tez kaçmışsa
   fare ile işbirliği yapıp
    kemirmiyorsa
     hidrolik yağ borusunu
      zayiat verdirmiyorsa hafriyat kamyonuna

Karınca
 endişelenmiyorsa
  yuva yapamayacağından
   kolonileşip saldırmıyorsa
    toprağı delik deşik edenlerin
     erzak deposuna

Tilki
  bir köşede
   plan yapmayıp
    tufaya düşürmüyorsa
      kurnazlaşmıyorsa
       kepçesi toprak dolu iş makinesini kullanana

sürünen yılan
zıplayan tavşan
renk cümbüşü kelebek
rengarenk sıklamen
suda alabalık
ve diğerleri
gamsızlarsa baykuş gibi
sönen her bir ocak gibi
tek tek susuyorsa ağustos böcekleri
insan olmadıkları içindir

oysa ki biz insanlar
öyle miyiz
cennet vatan uğruna
bir karış toprak için 
canımızı seve seve vermez miyiz
şu doğayı oluşturan canlılar
az biraz bize bakıp çokça utansınlar

Levent ÖZCAN

8 Ocak 2021 Cuma

İSİMSİZ EFE DESTANI

Kozak yaylasıdır.
Çam ağaçları
Çam fıstıkları
Şelaleler
Ballar arılar.
Keçi koyun çıngırakları.

___/
Kuzeyimde Ayvalık 
Batımda Dikili.
Güneyimde Çandarlı.
Ta ileriler de Şakran Aliağa...
Denize girintili çıkıntılı uzanmış durumdalar.
Denizin öteberisinde Midilli adası...
Adanın tam Güney boğaz karşısında Karaburun.

___/
Çam yaprakları huşu içinde rüzgara ara ara senfoni veriyor.
Okuduğum bir kitabın 2 sayfasında geçen olaydan etkilenip koşup gelmiştim Bergama Kozak yaylasına.
Öyle etkilendim ki o kitaptan, 40 Kilometrelik Dikili-Bergama arası yolda geçmişi yaşıyor gibiydim.

___/
Geçmişi çarpıtabilirsiniz!
Tarihi işinize geldiği gibi yazabilirsiniz!
Aslında geçmişe şahit olan Asırlık ağaçlardır!
Aslında en sadık tanıklar, kendi mecrasında kıvrıla kıvrıla akan ırmaklardır derelerdir, çağlayanlardır.
Dağlardır, kocaman kocaman kayalardır. Yüzyıllardır, bitmek bilmeyen yıllık devinimleriyle yeşeren çayırlar, kır çiçekleridir.
Bunları yok ederseniz bırakın tarihi kendimizi yok ederiz. Aç kalan ahtapotun kendi ayaklarını yemesi gibi!

___/
Bir gözüm renkli.
Bir gözüm siyah beyaz.
Yol boyunca kendimi, Bergama'yı işgale giden, Yunan askeri gibi, Rum çete üyesi gibi hissederek siyah beyaz gördüm o işgal dönem geçmişini.
Bazen aslıma döndüm. Doğduğum bu bölgenin o dönemlerde ki halkı gibi eziklik, yetimlik hissettim.
Oysa ki okuduğum iki sayfalık bir tarih için Kozak yaylasına gitmekteydim.

Ve varmıştım. Ege Denizinin Kuzeyine hükmediyordum, Kozak yaylasının en zirvesinden...

___/
Huşu içinde dalgalanan ve senfoniler fısıldayan çam ağacının asırlık gövdesine yaslandım.
Kınalı kayalar çepe çevre, tek yıllık çimenler yemyeşil çakıldan büyük taş motifleri serpiştirilmiş bu kocaman halı satıh üzerinin misafir doğasındaydım..
Dalıp gittim hikayeye...

___/
Pat pat peşi sıra takır takır silah sesleri!
Hemen toparlandım.
Arabamın olduğu yönde 4-5 atlı!
Tüfekler havada !
Dedim "herhalde domuz" süreğindeler !
İçlerinden bir tanesi ayrılıp bana doğru at sürdü!
Ayağa kalktım.
Kefiye sarılmış fes, kartal kanatlı yelek, yakasız gömlek, belde kuşak, potur şort, körüklü çizme !
Elinde tüfek, sırtında saz!
"Yok artık, herhalde ya mesire var yada dizi çekiliyor" dedim!
Ben şaşkınlıkla bakarken bu efe kıyafetli kişiye, o attan inip yularını bıraktı, hayvanın.
Nutkum tutulmadı değil hani.

___/
"Ne ararsın be kızan buralarda" diye sordu.
"Ben buraları severim, arada sırada kaçıp gelirim çam ağaçlarına su başlarına" dedim.
"İyi edersin, nerdensin" diye sordu.
"Dikili'denim" dedim ve "siz hayırdır bu kıyafetler silahlar ,atlar!" diye merakla sordum.

___/
 Yüzünde belirgin çizgeleriyle, kaşları iplik gibi ve çatık, muntazam dolgun bıyıklarıyla kelimeleri anlaşılır ama Ege şivesine çakırkeyif meyilli konuşan bu kişi bağdaş kurup oturdu. Bana da eliyle otur işareti yaptı. Bende karşısına bağdaş kurdum.

"Demek Dikili'densin" 
"Aslında ben Bademli Köyündenim" dedim.
"Bademli" diye düşündü. Tarif ettim köyümü.
"Ha şu yarısı Rum yarısı Yörük olan Anconoz Köyündensin"
"Eskiden öyleydi şimdi Oranın adı Bademli ama Rumlar  yok artık" dedim.
 Elimde ki cep telefonuma bakarak gülümsedi..!
"Siz bu kıyafetlerle hayırdır" dedim.
 Gülümsedi..!
"Tamda ben Kozak efeleriyle bir ilgili olay okumuştum ne tesadüf Efe kıyafetli biriyle karşılaştım" dedim.
  Arabamı gülümseyerek(!) inceleyen yüzü gerildi, kaşları çatıldı.
"Hangi efelermiş onlar de bakiim" diyerek bana döndü.
"Vallaha o okuduğum kitapta efe isimleri yazmıyordu" dedim.
 Kaşları çatık bir şekilde "Hangi olaymış o" diye sordu.
 Nerden bilecek diye içimden geçirirken, " Bergama'da Bir Sarı Kadı varmış zamanında ve o kadı (alaycı bir  gülümse ile "eee" dedi) O kadı işte Dikili ovasında ki köylünün tarlalarını zorla elinden almış ki ve o  zamanında zorla sahibi olduğu  tarlalardan iki parçası da bizimdi. Bir tarlanın adı "Kanlı tarla" idi onu  araştırırken....." derken bana sus işareti yaptı.
"Ben anlatayım sana" dedi.
 Ben hayret içinde kaldım. 
"Buyurun" dedim.
"Biz Kozaktayız kızanlarla, Rum çeteleri kıyıda, köşede, yamaçta kalmış Çepni-Yörük köylerine  baskın  veriyorlardı."
"Biz derken" diye soracakken  gülümsedi(!) sus işaretiyle sustum.
"Sultan Abdülaziz Han Teşkili Vilayet kanunu çıkarmış, Sonrası Abdülhamit Han dönemi. 
 Haberimiz yok, okuma yok bilgi yok. 
 Kanunu okumayı bilen kendine yontuyor. Boşluk ta çok. Gündüz  şehirde ahali olanlar gece dağlarda, başta Rumlar  olmak üzere karışık milletten eşkıyalık yapan çok. Zabitanlar çaresiz. Çare olsalar bile hükümleri adaletsiz."

___/
 (Sanki O günleri yaşamış gibi anlatan bu kişiyi dikkatle dinlemeye devam ediyorum...)

___/
"Duyarız adalarda Balkanlarda isyan vardır. Yunanıdır, Bulgar'ıdır, Sırp'ıdır, Ermeni'sidir isyan eder. Her  isyan haberinde  burada ki kalıntıları ayrı ayrı canlanır ayrı ayrı şımarıklaşır. Ayvalık'tan tut Madra Dağı  oradan gel buraya, Kozak  Yaylası Yağcı bedir  göçerlerine, in aşağıya tee Dikili ovası Yörüklerine, Çepnilere  kadar aman vermezler. Keserler asarlar  soyarlar haraçlanırlar."
 Acı bir gülümseme ile " Zabitan bizi kovalar! bizde bu devşirme çeteleri kovalarız! 
"Haşa biz İstanbul'a karşı durmayız ancak muhbirlik çok! Birinin tarlasında gözün mü var, birinin   makamında gözün mü var at çamur, izi kalsın. Tarlaya da konarsın, makama da! Nicedir geçmişle övünen    kızanlarını nice cenklerde şehit veren ahali, korkmaktan bile korkar durumda. Kadısından tut katibine     kadar devlet işi marifetiyle kanun kanundur diye diye susturulmuş halk, anası tokluk yolunda avlanmış, kara tavuk yavruları gibi aç bil aç sersefil yuvalarında ciyaklamaktadırlar."
 Derin bir nefes aldı ve devam etti.
"Hal böyle iken Dikili Ovasından Üç köylü geldi yamacımıza. Buyur ettik dertlerini dinledik" derken cep  telefonum  çaldı. 
 Sinirden telefonu kayaya çalacaktım! Anında telefonu tamamen kapattım!

 Gülümsedi...

___/
"Şu  kıvrıla kıvrıla akan su var ya, ovaya can verir. Tee burdan denize ulaşana kadar beslediği topraklarda  yetişen  pamuğu, tütünü satın almak için Rejisidir, Tüccarıdır bin takla atarlar. İyi kâr ediyorlar demek ki bir sene öncesinden  anlaşırlar köylü ile."
"Gelen üç köylü Dikili Çaltan köyündenmiş. Karşı kıyı Midilli Adasından tayinle buraya kadı olarak atanan "Sarı Kadı" lakabını taktıkları kişi: yeni çıkan kanunu bahane ederek zorla yok parasına tarlalarını satın  almak istemekteymiş."

 Ben "kartelleşme gibi bir şey mi " dedim. 
 Yine gülümsedi ve devam etti.

"Tarlalarını satmak istemeyenleri ova da bir mevkii de toplamış üzerlerine kurşun yağdırmış! Yaralı kalanlar sürüne  sürüne uzaklaşırken tarlaları akan kanlarıyla kızıla boyamışlar"
"Hal böyle iken köylüler haklı, zorbalığı yapan kadı! hakkını kimden arayacaklar? Tüccar değiller ki Manisa'ya İzmir'e gitsinler, gidip orada bu olayı dile getirsinler. Ağam desinler paşam desinler bu toprak kanunu bizi bezdirdi. Hoş haber de  gönderemezler. Tüccarıdır, rejisidir vilayetlere gidenler denize açılanlar hep ecnebidir."

"Kanun çıkar halk kanunu tam anlayana kadar, o kanun kalkar yeni kanun çıkar. İki öküzün çektiği kara sabanın ardında toprağa çizilen emekle iki parmak arasında kağıda yazılan mürekkep fermanının etkisi bir değildir. Toprak işleyenin değil toprak biçilen ekinlere değer biçenlerin günü olmuş." 

"Saray adaletinin, kanununun mecralara ulaşmadan cılızlaştığı, hatta kuruduğu yada işte bazı vicdansızlar tarafından kanunların halka farklı mayalanıp, el koydum, astım, kestim dönemidir."  
"Kısacası ecnebilerle kanunların devşirdiği makam sahiplerinin kol kola halkı ezdiği günlerdir. Bu dağlara biz asmak kesmek zorbalık için çıkmadık, kanunların zorlaştırdıklarını kolaylamak için çıktık. Yine derim ki biz saraya karşı değiliz sarayın eksik kaldığı yerlere yetişiriz."

"Gelen köylülere ne oldu?" diye sordum.

 Biraz nefeslendi. 

"Dediler ki Sarı Kadının zabitanlarının yanında Midilli'den gelen Rum çetelerde iş birlik içindeler, bize  aman vermiyor! İlla ki kadı zoraki topraklarımızı alacak kendi merasını kuracak!. Ne zaman ki Kadının Midilli'li çetelerle Dikili ovasında zorbalık yaptığını duydum, tekrar sordum bak bu doğru mu? Bir Osmanlı kadısı kendi halkına ecnebilerle  iş birlik içinde  olup zulüm yapmaz! Ağalar dedim bak biz yalana kurşun yakmayız bu işin içinde bir alengirli iş varsa  yanan siz  olursunuz dedim."

 Yüzü acıma dolu bir ifade ile "Gariban gariban karşımda oturan hiç bir lafa karışmayan  köylüden biri "Efem dilersen bir kaç kızan gönder misafir edelim kendileri  olup biteni sual etsinler, ahanda biz ordayız zulüm her gece hanemizde akan   kandan giden canlardan kızıllaşmış kanlı tarlada orda dedi" "Bu çıkışa sözüm şu oldu: tamam dedim üç tane kızan gönderecem siz bu gece burda misafir olun dedim. Üç kızan çağırdım yanıma. Böyle iken böyle imiş, varın gidin soruşturun işin aslı astarı nedir diye kızanları ovaya gönderdim."

...
 
"Ertesi gün kızanlar geri geldi, olay harfiyen yanımızda bekleyen üç köylünün anlattığının aynısıymış" 
 Düşünceli tavırla " Köylülere dönerek, Eh iş başa düştü ağalar nerede kıstırılır bu zorba kadı anlatın bakalım dedim" diyerek devam etti.

" Mera edindiği yerde büyük bir çiftlik kurmuş, Rum ve sair ecnebi ayak takımını burada beslermiş. Çitliğe baskın veririz dedim. Ne var ki köylüler çiftliğe baskın kızanlar için kırıcı olur, kadı efendiye ulaşmak zor olur dediler."  Hem biz, ne Kadının kanı aksın nede kızanların kanı aksın isteriz ha şu var şımaran Rum'udur ecnebisidir Kadı'nın kurduğu  bu çetenin canı cehenneme dediler."

Ben hayretler içinde içimden "Yok artık sen kalk gel Kozak Yaylasına, 1800 lü yılların sonlarında geçmiş belki de çoğu insanın bilmediği bir olayı Efe kıyafetli birinden sanki o günlerde; (şu tarihe tanıklık eden doğa içinde) bu kişiden ayrıntıları ile dinle! "Pes" dedim.

Gülümseyerek:
"Ne o daldın" dedi.
"Yok yok dinliyorum siz devam edin" dedim.

" Üç köylüden Kadının en çok nerelerde dolaştığını öğrendik. Dediler ki Kadı perşembe günü Demirtaş köyü mescidinde halk toplansın diye haber göndermiş  oraya gelirken kullanacağı yol üzerinde bulunan "U Taşı" mevkiinde kadıya pusu atmaya karar verip köylüleri ağızlarını sıkı tutması için tenbihleyip iki kızanla birlikte gönderdik."


"Çarşamba gecesi indik Dikili Ovasına. Daha önce köylülerle gönderdiğimiz kızanlarla buluştuk. Onların kılavuzluğunda
pusumuzu atıp beklemeye başladık."
 
Bağdaş kurduğumuz toprağa kuru çam sopasıyla bir harita çizdi.

 Sopanın ucuyla haritada "Biz burdaydık Kadı burdan gelecek ki bu yoldan Demirtaş'a gitmek için geçmemesi mümkün  değil" dedi.

 Ben hayretler içinde "Biz derken" diye soru anlamında yüzüne şaşkın ve gıpta ile baktım.
 Çatık kaşları ile kırışık anlı hafif gülümsemesiyle bir anda düzeldi ve devam etti.

"Aslında biz Kadı Efendiyi Kozağa kaldırıp misafir edip köylünün haksız yere alavere kanunla çöktüğü topraklarını geri vermesine zorlamaktı amacımız. Kadı dediğin muhakemedir, haktır biz bunu bileriz. Kanunlar halka zorluk değil kolaylıktır. Bizimde başımızda "yakala" fermanı var elbet ancak bizim cana mala kastımız yok. Ecnebi tüccarların köylüden: pamuğudur, tütünüdür, meşe palamudu, ekinidir  alımlarında  alın terleri tuzunun ucuz gitmemesidir maksadımız. Ve bir Osmanlı kadısının hangi kanunda yazar ki Osmanlı zabitanı bir yanda Rum  ve ecnebi çete ayak takımıyla birlikte kendi halkına zorba yaptığı. Hoş zorla topraklarını elinden almak istediği köylüler arasında Rum köylülerde var !

 Ve devam etti. 

"Maksadımız kan akıtıp can almak değildi, öyle olsa idi kaypakça pusu kurmaz, mertçe kadının Çiftliğini basardık. Nihayetinde belki bu kurşun yağmurunda Kadı da ölmüş olurdu. Onun ölmüş olması yaşamasından köylüye daha zarar verirdi. Çünkü "allem edip kullem" edip kanunla üzerine geçirdiği tarlaları geri almamız mümkün olamazdı."

Bir süre sessizlik ki bazı şeyleri başaramamış duygu sesiyle daha düşük bir tondan devam etti.

"Perşembe günü  tüm gün bekledik! Tarlasına tapanına gelip-gidip köylüden başka geçen olmadı. Karanlık çöktü iki kızan yolladım Çaltan Köyüne. Bir süre sonra geri geldiler. Köylünün de haberi yokmuş Kadıdan! 

Bu Efe kıyafetli adam ve sanki Kızanların Efesiymiş gibi anlatışı ile "Acaba rüyada mıyım" diye çaktırmadan işaret parmağımı baş parmağımla eklem yerinden avucumun içine kuvvetlice bastırıp burktum. Acı duyuyordum asla rüya değildi.

"Cuma oldu. Anladık ki dedim ya "muhbirlik yılları" Sarı Kadı pusuyu bir vakit öğrenmiş doğruca Ayvalığa kaçmış. Bir ay geçti Kadı İstanbul'a yerleşmiş. Orda göreve başlamış. Kozağın yamaçlarında zabitanlar  bu süre içinde  görünmediğine göre demek ki biz doğru yoldayız dedim. Kızanları topladım.  Çiftlikte geride bıraktığı Kadının Kızı Naciye ve damadı Tevfik'e haber verin korkmasınlar  kendileri ile konuşacağımı haber etmesi için iki kızanı göndermeyi karar kıldık."

"Ertesi gün kızanlar geldi görüşmeyi kabul etmişler. Vardık. Çaltan köyünden bazı ileri gelenlerle Kadının Merasında ki çiftliğe, böyle şöyle derken köylünden zorla alınan tarlaları geri aldık"

" Şimdi sen bildin mi Dikili sokakların da çarşaf çarşaf  bağırarak satılan lezzetli karpuzların yetiştiği Kadı Merasının hikayesini."
" Yada hala Kanlı Tarlalarda yetişen Pamuğun kalitesinin nereden geldiğini"
"Siz kimsiniz" dedim.
 Gülümsedi... "Ben İşte o kızanların Efesiyim" dedi.

"Bırak dalga geçmeyi" diyecek cesaretim yok. Her şey o kadar net ki hayal desem değil rüya desem rüya değil.

"Diğer Atlılar kimdi peki" diye sordum.

"Onların hepsi kızandı nihayetinde ölünce hepsi efe oldu. Kimi işgal dönemlerinde Yunan askerlerine yaptıkları baskınlarla zarar vermiş efeler, kimi Alman'ın "elimde kanun var ben buldum ben alırım" şımarıklığıyla Zeus sunağının kaçırılmasını eli kolu bağlı izleyen efeler, kimi  burada yetişen çam fıstığının, üretilen balın, peynirin, pekmezin yünün çalınmamasına göz kulak olan efeler."  
"Kestel barajına karşıcı, altın madenine karşıcı olanların hepsinin, bu kozak yaylasında makamları efeliktir. İsimleri sanları bilinmez olanlar vatanın işgalden kurtulması için dağa çıkanların, tek dal kırılmasın bir taş kaybolmasın diye mücadele edenlerin  yanında, Efsun askerleri ile çatışırken gövdesini Ali Çetinkaya kızanlarına siper eden şu kocaman kaya kızandır. 
"Çam ağaçlarını işaret ederek, "Bizi gölgeleyen, yeri geldiğinde yağmur çağıran yeri geldiğinde, sis oluşturan bizi  gizleyen bize nefes veren şu çam ağaçları ordusuda kızanlardır. Etrafında  piknik yaptığınız kıvrıla kıvrıla akan dereler birer kızandır..."  
 
"Neden onlar  kızandır. Cansız yada insan olmadıkları için mi efe değillerdir?" diye sordum.
 
Gülümsedi...
"Onların efeliğinin değeri yok edilince unutulunca anlaşılacaktır!" cevapladı.

"Peki buraya gelen herkese mi böyle karşılıyorsunuz nasıl bir tiyatro bu" diye sordum.

"Biz herkese görünmeyiz, adımızın sanımızın, yaptıklarımızın peşinde olanların bir satır dahi olsa tarih yapraklarında bizi okumuş olanların belki de iç sesiyiz diyerek kestirip attı.

Ben bu son sözünün ardından "Sazda çalıyorsunuz" dedim.

"Ne zaman bir fukara cendereden kurtulursa ne zaman zulmün başını ezmişsek, halk adına günü, ayı kurtarmışsak zeybek ritmimizle neşelenir, türkü yakarız efelenir zeybek safında dizilir." dedi.
 
"Bende saz çalarım" derken karşı koruluktan atlılar göründü. 
"İsminiz nedir" diye sordum.
Yüzüme baktı, "Kızanım gitmem lazım" diyerek ayağa kalktı. 
İleride otlanan atını çekti getirdi.

Atına bir hamlede bindi "sende bir Türkü yak bize uzakta olsa, yakında olsa tınısı sözü ulaşır bize" diyerek uzaklaştı. Diğer atlılara karışarak çam ağaçlarının arasından gözden kaybolup gitti.

Ben bu yaşadığım anların etkisiyle: yayladan eve gelip kağıdı kalemi sazı tezeneyi nasıl elime aldığımı bilmeden beni "KIZAN" diye niteleyen efenin ağzı ile çaldım ve söyledim. 

 Şimdi bu yazdığımı çaldığımı söylediklerimi dinlediklerine eminim...
 
Gün gelir  bende "EFE" olur, gelecek nesillere görünürüm...! 

____/
SARI KADIYI KAÇIRAN İSİMSİZ EFE TÜRKÜSÜ

yetiş geldi köylüden
indim dikili ovasına

kadı baykuş olmuş
konmuş halkın tarlasına

kurşunlar yağmış canlara
kan damlamış toprağa

kozaktan geldim dostlar
düşman bir  yara
kadı ayrı bir zorba

koştum tez geldim dostlar
kanunu yormuş
kadı  kendi kârına


biz dağların efesi
zeybek halkın öz ritmi

zulüm nerede ise 
çökeriz biz ensesine
ineriz biz tepesine

kadı kaçtı istanbula
düşman geçti denizi
düşman sevdi denizi

isimsiziz a dostlar
bir gün söz olur
bizide anarlar 
  
selam olsun kızanlar
bir gün saz olur
bizide çalarlar

bahar olsun yurduma
bir güneş doğar
dört bir yanı kaplar



Levent ÖZCAN

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...