''Orası tavşan adasıdır. Bu adanın ardında da bir ada daha var ona da dış ada deriz.'' İki ada olduğunu belirterek bu adamla sohbet etmek için yeni sorularına zemin hazırlıyordu. Oysa pek sohbeti sevdiği söylenemezdi. Çünkü ne bu cılız nüfusa sahip köyde bulunan akranlarının nede liseye devam etmek için gittiği ilçedeki sınıf arkadaşlarının hep aynı tarz başlangıcı çağlayarak akan köpük köpük akarsulara benzetir, devam ettikçe konuşmaların heyecan debisi azalan en son menzilde bir bardağı bile dolduramayacak kadar sığ bir su birikintisine dönüşen sohbetlerinden bıkmıştı. Söz konusu konuların başında futbol, kızlar, yada dün gece seyredilmiş tek kanallı dönemlerin TRT 1' deki filmlerin sahnelerinin tekrarı ile dolu olurdu sohbetler. Sosyal olmanın kuralının her türlü kitabı okumak, değişik fikirleri ve yaşam tarzları olan insanların konuşmalarını dinlemek ve aklına yatanları okuduğu kitaplardan öğrendiği ve kulağıyla duyduğu beyninin özümsemesiyle yüreğine ivme kazandıran düşünlerin iyilerinin doğrultusunda yaşamına yönlendirmek olduğunu düşünürdü hep. Özellikle kış akşamları bile köyün kahvehanesine gittiğinde , gerçek anlamda konuştuğu 2 yada 3 kişi bulunurdu. Ağır sigara dumanı altında yan masalarda bağıra bağıra kağıt oynayan insanların aksine, insan yaşamanın ve özellikle işçilerin,ırgatların,çiftçilerin sarf ettiği emeklerinin karşılığını tam olarak almaları için yapmaları gereken mücadeleleri tartışırlardı. Ancak ne çelişkidir ki bu köyde bu kahvehanede tartıştığı kişilerden,ne çiftçi vardı nede ırgat, biri kendinden yaşça büyük bir ilkokul öğretmeni , diğeri bir teknede reis yardımcılığı yapan kendisinden yedi yaş büyük bir kişiydi. Genelde hep öğretmen konuşurdu. O dönemin şartlarından dolayı korktuğundan kısık sesle konuşur, serilikle cümleleri geçer, vurgulara önem vermediğinden çok az cümleleri anlaşılabilirdi. Sol düşünceler ortaya yatırılır , geçmiş tarihteki işçi, köylü kalkışmaları irdelenir konuşmalar biraz daha heyecana kavuşur, umutlu konuşmalar Bolşevik devriminin anlatılmasıyla taçlandırılırdı.Bazı zamanlar da film,futbol,kadın kritiği yerine kim yeni bir kitap bitirdiyse o kitapta geçen olaylar irdelenirdi. Fikir ileri sürebilmek için İlkokul öğretmenin tavsiye ettiği kitapları alır,yada kendisinin okuması için verdiği kitapların sayfalarını bir çırpıda tüketir. Sabah ezanına doğruda kitabın son sayfasına gelirdi.
Bazı kitaplarda terimler ağır olduğundan anlamaz not alır ertesi akşam öğretmene anlamlarını sorardı. İşte bu ilkokul öğretmeni ona Jack London'un '' Martin Eden'' adlı kitabını mutlaka oku demişti. İlçede öğrenim gördüğü lisede öğlen arası yemek yemiyor aldığı harçlıkları kitap almak için biriktiriyordu. Ne yazık ki biriktirdiklerini de düşürmüştü. Dikkatsizliğine kızarak, bu yüzden köyden 3 kilometre uzaktaki bu sahile yürüme cezası vermişti kendi kendine. Aynı zamanda balık yakalama ile de ödüllendirmişti. Verilecek bir cezanın içerisinde ödülünde olmasının yapılan hatanın bir daha tekrarlanmaması için gerekli olduğunu düşürdü hep. Yanında duran adam izlediği ada ve denizden gözlerini alarak ,
'' Yeğenim daha buralardayık, buraları iyice öğreniriz tabii ırgatlıktan fırsat bulusak. Şinci geri dönüm de yarın zabah çocukları okula yazdırayım.Hadi sana rastgele'' dedi. '' Tamam'' diyerek onayını kafasını sallayarak kuvvetlendirdi. Adam geldiği iki tarlanın sınırından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Ardından ağır aksak yürüyen bu adama toprak yolun iki tarafı zeytin ağaçlarıyla kaplı köşeye kadar izledi. Bir anda yanında var olan ve ilk defa gördüğü bu adamın yaşına göre oğlu olacak yaşta olan ona, bir '' merhaba'' demesi çok hoşuna gitmişti. Oysa yakın çevresindeki çoğu insanın durup dururken merhaba demesinin altında mutlaka bir çıkarı olurdu. Tekrar kumlara oturdu.Oltalarına baktı.Geçen sürede misinalarda bir hareket yoktu. Tekrar ajandasını aldı ,açtı sayfa arasındaki kalemi alıp şunları yazdı.
İki kere iki dört edermiş,
Sekteye uğradı mı düşünceler beyinde,
İliştiriyorum zamanımı bembeyaz mısralara,
Baştan kara hissedişler beni ezecekmiş,
Matematiğin kimyasını da bozuyorum fiziğini de
Değer vermek bir kişiye
Anladım
Şuanda
''Merhaba'' demekten geçermiş.
Önce ruh olmalı ,sevecenlik, insancıl olmalı
Sonra yönelmeli pozitif bilime......
Kalemi tekrar son sayfanın arasına kıstırıp ajandasını kapattı ki birden irkildi....
Levent ÖZCAN
1 yorum:
merhaba blogunuzu doga dostu blogumu ziyaretinizden sonra keşfettim ve çok beğendim,izlemeye aldım...elinize sağlık konu ve paylaşımlarınız çok güzel.bende sizi diğer bloglarımada bekliyorum ...iyi günler bol paylaşımlar...http://ucelma.blogspot.com/(benim köşem)
http://wwwfacebookucelma.blogspot.com/(üçelma)
Yorum Gönder