27 Haziran 2011 Pazartesi

DÜŞÜNMEK


GÜNÜN HEVESLİ BOŞ DÜŞLERİNİ KIRPTIM.
GECEMİN  GÖZ UZAĞI GÖRME YAKINI  FONUNUNA MIHLADIM.

GECENİN BEKÇİSİYDİM.
VENÜSÜN  ÇOBAN YILDIZLIĞINA ALDANDIM.

AKIŞIRKEN DÜŞLERİM GÖZ UÇLARIMDA.
ÇALKALANIRKEN GECEM DEBREŞEN DUYGULARIMDA.
ELLERİMİ METAOR YAĞMURLARINDA YIKADIM.
YÜZ SÜRDÜM KARANLIĞA  BAŞIM ÖNE EĞİNCE AĞLADIM.
DÜŞÜNMEK BİR GİRDABA YAVAŞ YAVAŞ YAKLAŞMAK GİBİDİR.
DÜŞÜNMEK, GÜNÜN SİYAHA  BULANMIŞ NEFESİNDE ÜŞÜMEK GİBİDİR.
DÜŞÜNMEK, İHANETLER GÖLGESİNDE ,BİLE BİLE TİR TİTREMEKTİR.
DÜŞÜNMEK SESSİZLİĞİ  İÇ HAYKIRIŞLARDA ÖTELEMEKTİR.

GECENİN BEKÇİSİYDİM.
VENÜSÜN ÇOBAN YILDIZLIĞINA ALDANDIM.

LEVENT ÖZCAN

25 Haziran 2011 Cumartesi

ONSUZ OLMUYOR




ONSUZ OLMUYORDU.

TEN YORGUNU SAATLERİN UZAKLAŞTIRDIĞI
VE DE İÇİNDEKİ DEVİNİMLERİ HIZLANDIRAN,
PEŞİ SIRA HÜKÜMLERİ BÜYÜTÜP KORKULAR VE EZİKLİKLERİN BATAĞINDAYDI.

ONSUZ OLMUYORDU.

GEZDİĞİ, DOLAŞTIĞI, YERLERİN NABIZ ATIŞLARINDA 
AYNI SAHİLDEYDİ AYNI DENİZE  GÖZ KIVRIMLARINI ACITARAK BAKIYORDU,
İÇİNDEKİ  ACI SESİN, ÜSTÜNE ÜSTÜNE CESARETLE GİTMELİYDİ.
HER YÜREK ADIMINDA AYRI BİR ÇENTİKTİ  ŞAKAKLARINA KONAN......

ONSUZ OLMUYORDU.

SİGARANIN  İŞBİRLİKÇİLİĞİ BİLE GERÇEKÇİ  DEĞİLDİ.
EFKARINI DAĞITAMAYACAK KADAR UMUT YORGUNUYDU.
KARASAL SEVDALARINI GÖZLERİYLE UFUKLARINDA MAVİLEŞTİRDİ.
BİLMEM HANGİ ŞEHRİN BİLMEM HANGİ İLÇESİNDE ,
YAŞADIKLARINI TEK DÜZE SADELEŞTİRDİ..

ONSUZ OLMUYORDU.

AŞKIN CİNSİYETİ OLMAZ, SEVDALI OLMANIN NE KADINLIĞI NEDE ERKEKLİLİĞİ.
NE GÖRÜYORSA ONU YAŞIYORDU.
SON KALAN HAYALLERİ DE DENİZE YASLANMIŞTI.
İŞGALCİ AŞKLAR YAŞIYORDU DENİZ BATIĞI HEYECANLARDA.
CENEVİZ KORSANLARININ YELKEN TİTREYİŞLERİNİ GÖRÜYORDU.
KÖHNE KALE YORGUNLUĞU İÇİNDE ,HARAP BİTAP  BIKKIN TUZA DİRENEN ,
POMZA TAŞI HAFİLİĞİNDE Kİ KARŞI ADADA.

ONSUZ OLMUYORDU.

AŞIRI HAREKETLENMİŞTİ DENİZ GÖZ ÇUKURLARINI YAKACAK KADAR.
KAYPAKLIĞINI GÖRDÜ YAVUZ ZIRHLISININ, DÜMEN YOLUNDA.
BİR DEVİ PARAM PARÇA EDECEK KADAR, PERVANESEL ALAYCI KIVRAKLIĞINI DA,
DONANMA SEVDALARINI DÜŞÜNDÜ GEMİCİLERİN KATAMARANLAR DOLUSU DÜŞLERİNİ DE.

ONSUZ OLMUYORDU.

SABİTLENDİĞİ BU KARA PARÇASININ DENİZ HAYKIRIŞLARINDA.
KEŞKE MİLATTAN ÖNCE YAŞASAYDI DA ,
BİR ÇIRPIDA GÖZLERİ YEŞİL, SAKIZ KOKULU ELENİ'NİN,
ŞARABİ, KIVRAK AŞK KALINTILARINDA .
AŞKI TEKRAR TEKRAR YAŞIYOR OLABİLSEYDİ.

ONSUZ OLMUYORDU.

ÖTELENMİŞ UZAK ARPA SUYU SENDROMLU ANLARINDA,
HASRETİN BİLE imkasızlılığındaydı.

AVUNTUSAL DENGELERİNİ NE  KADAR OKŞASA DA ONLARA EL PENÇE DURSA DA,
NEFRET AVAZLARINI ÇAĞLATSA DA DİKEN DİKEN BEDENİNDE.

KARARINI VERDİİİİİİ.

ONSUZ OLMUYORDU 

VE GALİBA OLMAYACAKTI DA...


YAZAN : levent ÖZCAN

24 Haziran 2011 Cuma

BİR KADIN

BİR KADINDI...
VURGUSU ÇALINMAMIŞ KOCAMAN SAATLERİN ,
GÜN BOYU ZAMANI BİÇİP, ÖĞÜN ARALARINDA ÇALIŞANDI.
ZAMANA OYNUYORDU İŞTE,
DUYGU DAĞLARININ ZİRVESİNDE PIRPIR EDEN YÜRECİĞİ,
DÖRT ODASINI HAYALLERLE İŞLEDİĞİ EVİNDEYDİ
METALİK FONLARDA KONUŞUYORDU KENDİ KENDİNE.
APTAL MAGAZİN PROGRAMLARINI BİLE HİÇE SAYIYORDU,
GÜLÜMSEDİ KAHVESİNDEN BİR YUDUM ALDI.
EN İYİ GİYİNMENİN EN YAKIŞAN OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORDU.
YİNEDE İÇ GEÇİRDİ BE..
SİGARASINDA TUTUŞTURDUĞU  ATEŞ UMUTLARI
NİKOTİN NİKOTİN  PEŞİNDEYDİ.
BALKONUN SOL YAMACINI SÜSLEYEN  gülLERE BAKTI.
BİR AMCA  ELİNDE MAKASIYLA HERGÜN AMA HERGÜN 
BEMBAYAZ SAÇLARIYLA TİTREK BİLEK HAREKETİYLE
RENK VERİYORDU ONLARA.
GÜLÜ GÖRDÜ KADIN PENCERESİNİN PERDELENMİŞ SAHNESİNDE,
VAROŞ SEVDALARDI  AKITTIĞI DÖNEN  DÜZENDE.
GÜLÜ GÖRDÜ KADIN, GÜZELLİKLERİ  İSE GONCADA.
dikene TAKILDI GÖZLERİ.. KIRMIZI YÜRECİĞİNİ KANATAN.

ACISINI HİSETTİ.

DUDAKLARINDA TİTREYEN  KANIN TUZLU RENGİYDİ.
GÜZELİKLERİ TENİN YIRTILMASIYLA ACITAN.
SON GÜNLERİNİ YAŞAYAN AMCAYA GIPTA ETTİ.
toprak DEDİ KADIN EVET toprak ,
ANASAL YAZGILARI İŞLEYEN KADINDAYDI YAŞAM.
BAHŞEDEN OLGUNLUKLARI ÇOCUKSU  GELECEKLERE KOPARAN.
doğayı SEMİRTTİ GÖZLERİNDE VE YÜRECEĞİNDE.
KADINDI BE KADIN
ÇOK MUTLUYDU KADIN OLARAK KADIN OLDUĞU AN.
nefretMİŞ SEVEREK EVLENMİŞTİ.
kinMİŞ .
E NE OLMUŞ 1 NCİ SINIF BİLMEM KAÇ PASTALI  FRAGLI BEYLERİN
DEKOLTELİ BAYAN ÇALIMLARINDA DÜĞÜN SALONLARINDA EVLENEMEMİŞTİ.
(NE OLACAKKİ ?)
GÖZLERİNİ SEYİRTTİ TAŞIDI  DA BIRAKTI OF ZAMAN NE ÇABUK ESKİMİŞ.
GÖZLERİNİ YENİ GÜNE AÇTIĞINDAN BERİ.
aşkI YAŞIYORDU İŞTE.
UFACIK PIRPIR EDEN YÜREĞİNDE ,
SOL YANINDA,
KALKTI EVET KALKTI,
KALKMALIDIYDA..
O......
leylaydı..
ŞİMDİ
UYANMIŞTI..
ZAMAN MESAİİ YORGUNLUĞUNUN BİTİMİYDİ.
GÜNÜ DEVİRDİ.
4 ODALI EVİNDE


Levent  ÖZCAN

GÜNÜ YAKTIM.

GÜNÜ YAKTIM EVET,, EVET...
AVUÇ deryalarında YÜZÜME SÜRDÜĞÜM SICAKLIĞIN GÜNEŞ GÖZLERİ,
SABİT BAKTIĞIMDA GÖZ BEBEKLERİMDE UÇUŞAN KARICALARIN RENGARENGİ
ANA DAMARIMDA HÜKMEDEN  AORT TANSİYON HİSSEDİŞLERİMDİN
ÇEKİP GİTTİNNNNN,
GEÇTİ GÜNLER  ,
 EVET  EVET TEK DÜZE NAZİKLİKTEN YANA  YAŞADIKALRIMIZ, KONT VE DÜŞEŞ GÜNLERİMİZDİ.
SAYGIYI ÇUVALLADIK, ONURE ETTİK SANAL YALANLARI.
fersah fersah  SAKLADIK EN OLMADIK YERDEN AKAN YÜREK BİLİNCİNİ,
HANİ YOL KIYISINDA ASFALTA BULANMIŞ KARBONMONOKSİTLİ AŞKLAR YAŞAYAN,
VEDE DİMDİK DURAN KIR ÇİÇEKLERİ GİBİ.
birtanem , birtanem ŞİİR YAZIYORUM ŞİİİR
KOYLARA VURDUM KENDİMİ BİLİYORMUSUN SAHİLİNLERİN ANLIK EDALARINDA
GÜN BATIMI OYNAŞMALARINDA KUMSALA KOCAMAN YAZDIM  SENİ,
gizli gizli İÇ ÇEKTİM APTAL BAKAN GÖZLERİMDEN AKAN YAŞLARLA,
OF AĞLADIMMMMMM.
AĞLAMAKTAN YANA KAYGIM YOKK,
DİZGİNLEYEBİLSEM  DİZGİNLEYESEBİLSEK KEŞKE ,
GEÇMİŞLERİMİZİ.
TOLARE EDEBİLSEK İÇ TUTUŞMALARIMIZI
TEKRAR TEKRAR BULUNABİLSEK ZEYTİN DALININ SOL YAMACINDAKİ DÜZLÜKTE,
derya KARŞIMDA fersah fersah
birtanem
KEŞKE  KEŞKE İLK GÜNÜ YAŞAYABİLSEK.
NEYSE YA ....
GÜNÜ YAKTIM BENNNN.
GÜN KAVUŞTU GECENİN SİYAH İZLERİNE
PUL PUL DÖKÜLÜYOR BAK YÜZ ÇİZGİLERİME.
DERYA KARŞIMDA FERSAH FERSAH
İZİMDE YÜKSELİŞİMİN YONTULMUŞ SEVGİ İZLERİ
NE ADAMIM NEDE BAYAN ,
İNSANIM OLACAKSA İNSANLIKTAN YANA OLSUN HİSSEDİŞLERİM.
BIRAKACAĞIM ŞİMDİ KARŞIMDA, GİZLİ DENİZİ  BİRTANEM.

DERYA KUZUSU YÜREĞİMİ


SANA YİNE YENİDEN SANA HAPSEDECEĞİM..

22 Haziran 2011 Çarşamba

AŞKI YAŞAMAK

İŞLEMEK ÇORAKLIĞI TOHUM ,TOHUM YEŞİL  UMUTLARA.
YÜZÜNÜ DİNLENDİRMEK SU TANESİNDE MİS GİBİ  KOKAN YARINLARA.
FESLEĞEN SEVDALARI DİZMEK ,GÖLGENİN SERİN  NEFESİNDE.
YAZ GÜNEŞİNİ ALADATMAK, OVUŞTURURKEN KIŞ DÜŞLERİNİ   TER VE BİTKİNLİK İÇİNDE.
ÇIKA GELMELİ MELTEM SEVDALAR ,
DENİZİ KARIŞ KARIŞ ÖLÇMELİ VE YERLEŞTİRMELİ,
GÜMÜŞİ ÇERÇEVE DÜŞLERİNE.
YELKEN OLMALI ,
BİR ZEYTİN GÖVDESİNE OMUZ VERMELİ ÇAĞLAMALI SELAMLAR.
KÖPÜRMELİ BEYAZ BEYAZ YALVARMALI DENİZ.
UFUK SEVDALASI GÜNEŞİ YANSITAN MAVİ KAPAKLANMALI
İNCE KUM TANELERİ GİBİ UFALANMALI, KÜÇÜLMELİ.
YÜKLEMELİ OLANCA KUVVETİNLE MARTILAR, KANAT KANAT
AHŞAPSI YOL ALIŞLARA.
AKREP YUVALARINDAN ÖDÜNSÜZ KORKUSUZ ACILARA MEYDAN OKUMA KADAR
BİR ENGEREĞİN KIVRILMASI KADAR HOYRAT
SABAHLARIN İLK ÇIRPINIŞLARINDA AÇ BİLAÇ
TEK AVUNTU GÖKYÜZÜ KARŞINDA TEPE TAKLAK.
SEVGİLER GEÇER GÖRÜNTÜSÜ HOŞ,
HİSSETMESİ BİR O KADAR BOŞ.
OMUZ VERMEK BİR ZEYTİN GÖVDESİNE VER BİR ŞİİR YAZMAK
SABAHIN EN TEMİZ  MASUM YÜZÜNDE ÇİZMEK SEVGİYİ
DİNLEDİRMEK DAMITMAK SARHOŞ ETMEK  NEFRETİ..
NE GÜZEL TEKRAR AŞIK OLARAK AŞKI  YAŞAMAK.

LEVENT ÖZCAN

18 Haziran 2011 Cumartesi

SEVGİ

SENİ SATIN ALACAK KADAR
YÜREĞİM FAKİR.
SEVGİDİR BU , ÖNCE SAYGININ YOLLARINA DÖŞEDİĞİM TAŞ
İŞLEMESİ DENİZ DESENLİ KANDİL GECELERİNİN GÖZ BEBEĞİ,
BAŞTACI EDİLECEK RUHUMA İŞLENMİŞ OYALAR,
MANTIKMIŞ HA!! GEÇ ŞÖYLE DURSUN,
SİMALARINI YAKTIĞIMININ ŞEHRİNİN GÖKDELENLERİ,
AŞK SELİMİN ÖNÜNDE ELPENÇE DURSUN,
BEN KORDONDA GEZERİM GÜZELİM,
MİDYE SATANADA SELAM VERİRİM ,
BİR DEMEK ÇİÇEK ALIRIM MESELA,
KUCAĞINDA AJİTASYON YAPAN
ÇOCUĞU KUCAĞINDA AĞLASIN DİYE CİMDİKLİYEN
ÇİNGENE KADINDAN.
VERECEK YERİM OLMASA BİLE , BİR ALLAH RAZI OLSUN ADINA,
SENİ SATIN ALACAK KADAR YÜREĞİM FAKİR.
GEÇMİŞİM BEN AŞK SÖZLERİNDEN KİTABINI YAZARIM AŞKIN.
ALNIM AK,YÜREĞİM SAĞLAM,
ONUR YONTARIM BEN  KİŞİLİK KİŞİLİK,
İNSAN TEZGAHLARINDA.
BEN KARŞIYAKA DA DOLAŞIRIM GÜZELİM,
SEMALARINDA SİYASET KOKAN ŞEHRİNİZİN
EN FAKİR TAŞRALISIYIM.
YOLUNU YORDAMINI BİLMEM GÜZELLİKLERİNİZİN.
BIÇAK TUTMAYI BİLE BİLMEM SOFRALARINIZDA
AMA SOFRAMDA BİR FAKİRİ ONURE EDECEK KADAR ASİLİM.
SENİ  EVET SENİ SATIN ALACAK KADAR,
 FAKİR YÜREĞİM.
ANCONOZ DA YAŞARIM UZAK DİYARLARIN BATISINDA,
YASLANMIŞ TURKUAZA BİR KÖYDEYİM.
DENİZ ÇEKERİM İÇİME.
ÇALAKALEM YAZARIM HİSLERİ ÇALINMIŞ,
MANTI YORTUSUNDA MANTIĞA ALDANMIŞLARA,
E BİRAZDA SİTEM DOLU ANLAYIŞIMLA
SENİ SEVİYOR OLACAK KADAR OLSA DA ZENGİN  BENİM YÜREĞİM.

LEVENT ÖZCAN

17 Haziran 2011 Cuma

BEDDUA

Karşı karşıya kaldığınızda,
İçinizi acıtırya birden,
Beyin hükmedemez oraya,
Ten boşalır gider en olmadık yerden.
Çarpar damar damar mosmor gururlar,
Kestirip atamazsınız,
Çark edersiniz birden,
En keskin uçurumlar kenarından.
Zonklayan şakaklar vede yangını bile yangın olmuş isyanlar.
Konduracağınız kelimeler bile ifade özgülüğünüzün
BEDDUALARININ ÖNÜNDE KOŞTURAMAZLAR.
Karşı karşıya  kaldığınızda.
Yürüdüğünüz aksi yıpranmış ,
Yürek çırpınışı yordamıyla hazırlanmış beklentiler yaşam kulvarınızda.
Kırmızı , umutsuz ,yasaklı  parkedişlerinizin,
Bedeli  zaten faturalandırılmıştır.
Yüreğinize işlenmiştir hissedişleriniz.
Beyniniz alay eder binlerce senaryo çizer.
Umut bile verdirir  kıskıs güler ,
Elinizde kalan tek şey terkedilmişliklerinizdir.
Yalnızlıktır, kuytulukların en koyusunda gözlerinizi örttüğünüz.
Ve çökerti vermişsinizdir zamanı diz üstü ,
Bir kabus gibi batmaktadır akrep yelkovan,
Kalp sancıdadır ritmi fışkırır beyne,
KAN BE KAN.
Kelimeler ağırlaşır dilinize düşen
Dudaklar titrer gözler bir fırtınadır yaşlar ise bir kuru isyan.
AKAR AKAR
BEDDUALAR MECRASINDA BULUŞURLAR.
Uykuyu zorlamalısınız kendinize,
İŞTE O ANLAR.

13 Haziran 2011 Pazartesi

YAŞAMAK

DÜZENSİZ VE DENGİSİZ
Bir devinim,
Yürek hıçkırığı gönül yorgunu ,
BU KESİNTİSİZ BEKLEYİŞLERİM.
Düşten uzak, hayal bana bir yakın oyuncak
Gezgin KUŞlar gibi  güpegündüz gökyüzünü kemirmekteyim.
Kıvrılmaktayım ARAS ARAS sınırlardayım,
Neredeyse içim yangını çağladı çağlayacak.
Çok doluydum ,oysaki yükümdü sırtımdaki yıllar,
Ve çehresini yırttım, değiştirdim ezber denilen illeti,
Mesafeler yorgunu  bu beden geleceği kopardı , koparacak.
MİNİK  bir düzendi aşk,
Bir sığırcığın gagasında tokluk getirmesiydi ,sakız çalısında titreyen yavrusuna,
Hepsini hissettim.
Bir saçmanın acısnı duydum ,
Zeytin tanesinin bir tutam kan ve tüğe bedel olduğunu bildim.
OĞUL oğul akan gözyaşlarında,
İşkenceleri yatırdım küfür satırlarıma.
Anaları bildim dört duvar parmaklılar tutsaklığında
MİNİK  bir düzen yaşamak,
AŞKIYLA burukluğuyla geçen yılların ardından.
Hepsini bendim yaşayan.

Levent özcan

8 Haziran 2011 Çarşamba

GELECEK

Gönül tezgahlarının uzatmalı haykırışları
Keşmekeşlikle kargaşa ile avutunlar günler.
Yoksun diye sol yamacımda şimdilerde,
Düzensiz zamanların kaosu beni bekler.

Bir hiçliğin diretmişliğine gönüllenen
Uzakların yakın  sıcaklığındaki ses tonu dokuşunla
Bağ bozumu anlarımda ansızın hasatsız bıraktın ya.
Dimdik durupta beni ezilmeye mahkum eden sendin sen..

Öze inemedikten sonra kuralcı  ve alaycı,
Kontak dokunuşlu aşk değildi benimkisi.
Sistemik akışkanlı titrek ve ürkek bir sevgi..
Gün ve gün damarlarımda dolaşanım aşkımdı.

Ne denirse densin tutupta geçmişe takılmak yok kendimce,
Geçen yıllar geçmişimle yaşadım geleceğimi tüketmiştim.
Bu andan itibaren geçmişimi silip sessizce,
Geçmişim kadar tertemiz geleceğimi sil baştan çizeceğim.

Levent ÖZCAN

26 Mayıs 2011 Perşembe

BANA LAYIK OLANA EYVALLAH

AHŞABI TUZA BULANMIŞ DAYANIKLI VE ESNEK,
PAVLONYA KAVAKLI ÇİN ORJİNLİ TEKNEYİM.
ESNEKLİĞİM  KIVRILMAM DEĞİL.
YAKIŞIKSIZ SEVDA KÖPÜK DALGARINDA,
MAVİYİ ARDIM ARDIM YUTAN BENİM.
AĞLAR YÜKLÜ AŞK KARELERİMİDE ,
MİSİNA ÇAKALLIĞINDA CAN ALICI  KALLEŞLİĞİMDE.
HEP BEN SENİ SEVDİM.
ORKİNOSLARIN  KUYTULUKLARINDA SANA HEP HASRETTİM.
ÜTOPİK MAVİYDİM MESALA SALINIRKEN İYOT ÇÖZELRİLERİN DE
ERİŞTELERE SIĞINTIYDIM ..
KEFALER VE IRKI TOPAN ÜSTÜMDE,
MERCAN SEVDALARINDAYDIM PEMPE PEMPE..
KARAGÖZ VE VAHŞİ LİDAKİLERDEN ÖTE...
SENİ  TOPUKLARDA BEKLEDİM KAHVERENGİ TENİMDE..
FOSFORLAR ÇAKTIM GÜNEŞTEN ÇALDIĞIM GECELERİMDE.
SEN BENİ GÖRESİN DİYE AÇIK HEDEFLER OLDUM HEP, YAKOMUZ YAKOMUZ...
SEN EN BASİT KAYA SEVDALISI
OLDUNDA  BEN SENİN SUDA ÇÖZÜNMÜŞ OKSİJENİN OLAMADIM..
BANA HAK GETİRE  BALIKÇI TEZGAHLARINDA SATILAN ,
VEDE MANGALLIK GECELERDE, RAKIYA ARKADAŞ OLASI BEN.
BANA LAYIK OLAN EN GÜZEL ŞEY İŞTE BU.
BİR GECELİK SEFAYA DENİZ KOKULU  PULLARINDAN SIYRILMIŞ TENİMLE BEN.
SARHOŞ ETMELİYİM GECEYİ ..
DERİNDEN DERİNDEN..

GEÇMİŞ KARŞIMA

GEÇMİŞ KARŞIMA
SABAHLARIMI DOĞURTMAYI ÜSTLENMİŞ
KIŞLARIMI BAHAR, YAZLARIMI SON BAHARA YORUYOR.
ELLERİ, KANLI ÇIRPARKEN YONCA TENLİ YÜREĞİMİ,
ÖRSELENMİŞ BEKLEYİŞİMİ GÖMDÜ....
DÖRT ODASINDA ATAN CANIMI YAKTI...
YAPMASAYDIN BEEE....
YAPMASAYDIN KAHRETMESEYDİN UMUT YOLUMU,
KEÇİ YOLU PATİKA TIRMANIŞLI SEVGİMİ,
VE ÖKSÜZLÜKTEN ISLANMIŞ GÖZ YAŞLARIMA
BARAJSIZ SETLER HALİ DERVİŞ YÜKLÜ SESLENİŞLERİME
DEĞER VERSEYDİN.
DEYDİĞİN NAĞMELER UÇURUMU YALNIZLIKLARIMDA,
BEN Kİ SEVEN OLDUM HERŞEYİ ÇOK SEVDİĞİM BEN,
SENİ ÇOK SEVMEKLE İZİNSİZ ZAMANLARIN   FİRARİ DÜŞÜNCELERİNDEYDİM
GÜN GELİRKİ GÖZ ÇUKURLRIMA KÖK SALAN DEMLİ YEŞİLLE ,
TUTUŞAN BÖRTÜ BÖCEĞİN POLEN İÇİŞİ KANAT ÇIRPIŞLARINDA  DAHİ ..
SENİ SEVECEĞİM ..........

6 Mayıs 2011 Cuma

1800 DEN GÜNÜMÜZE


                                 İrice , geçirirken öksüz kıtlık aylarını,
Sohpetteyken balıklar zeytin aksi yüklü koylarda,
Aniden bir hışımla inmiş Karadağ eteklerinden.
Bay ANCONOZ.
Denizi almış taa karşısına,
Yorgunluk bilmeden,derme çatma bir ev yapmış.
Taze sürgünlü devasa gövdesi reçine kaplı..
Yaşlımı yaşlı , tepe yamacındaki badem ağacının  yanına.
Terini silmiş son çiviyi çakınca,kapısının tutamacına.
Dönmüş yüzünü kenarları deniz işlemeli.
Görkemli  badem ağaç desenli şaraplık bağ motifli ovaya.
 Çıkarmış kıl heybesinden 10-15 zeytinle, keçi peyniri ve 4/1 kepekli  ekmeğini,
İnançlarının izinde diz çöküp haç çıkarmış, şükretmiş Tanrının oğlu İsa'ya
Yeni bağ bozumu yıllık kırmızı şarabından gırtlağını ıslatmış.
Aklı karadağ eteklerindeki evinde karısı Maria 2 büyük oğlu ah ah,
Bir de yeni yetme ufacık nazlımı nazlı Angelinasında.
Issız,korkunç yalnızlığından tepesi heyecan düşüncelerinden , birden.
Sağ uzağındaki tepe yamacından inen keçilerin kokusunu ciğerlerine çekmiş.
Paskalyalar ,yortular şenliğinde gevşemiş gevşemiş.
Yörük çobanının, Tanrı selamını almış,Tanrı selamını vermiş,
Dudaklarını titreterek hayvancıklara hükmeden bu yörüğe
''Gel bre more az 2 lokma soluklan'' demiş.
Ayak düşümü yanındaki akan sudan medet serinlemiş ,iştahını artırarak çoban.
Sofra ortak, şarap haram ondan uzak durarak ,
Bağdaş kurmuş dostane düşmanlık korkularından arınarak.
''Be more burdayım artık yarından ötesi yok''
Sevincini umudunu peynir ekmekle şölen yapan ANCONOZ
Karşısında,yamaçların yüzünü ağartığı güneşin çiller döşediği çobana bakarak.


...........


Yaşadığım bu köyü kuran kişinin , bu köye  adını veren ANCONOZ' un şimdi  
1800 lü yıllarda derme çatma yaptığı kulübenin temelinden yükselen evde oturuyorum.Yıl 2011...

                               En yukarıdaki ev ......    


Levent ÖZCAN...

29 Nisan 2011 Cuma

JOHN DONNE'UN İZAHI

Dizeler arasından şiir nedir ? Neden yazılır ? İşte 400 yıl önce  yaşamış İngiliz şair , John DONNE ' un izahı.


      Yer kabuğundaki dar kıvrımlı yarıklar,
      Deniz suyunun zararlı tuzunu nasıl süzüp alırsa,
      Düşündüm ki yatışır benimde içimdeki acılar.
     Dizeler arasından süzülüp arınırsa.

27 Nisan 2011 Çarşamba

İKİNCİ PARTİ KİTAPLAR ALANYA'DAN

ALANYA ; Şiir gibi yazılası,roman gibi serüven dolu kaleme alınası kitaplarınız için çok teşekkürler.

Saygı ve sevgilerimle

 Levent ÖZCAN

24 Nisan 2011 Pazar

50 KURUŞ

        Deniz gökyüzünün grisini almış, Rengini iyice koyulaştırmıştı.Uzak mesafeli iki tepe arasında,oldukça yoğun zeytin ağaçları toprak yolun kenarından ,eğim eğim ta ki sahile kadar uzanmıştı.Rüzgar şiddetini bastırırken,kıyıyı döven  dalgaların   çarpma   sesleri, iki tepenin zirvelerindeki kayalıklarda sonlanmaktaydı.Sabahın  erken saatlerinde bulutlar oldukça hisli,ve oldukça yakın yer değiştirirken ,tepelerde
dokunmayla ağlacak kıvamdaydı.  Soğuk ara sıra esen rüzgarla, bu sahnede kendine
 iyi kötü yer bulmaktaydı.Uzak yakın bir traktör sesi peydahlandı birden.Yaklaştıkça yılan kıvrımı yolun teker izlerinde, zeytin eti peşindeki Ardışkuşları ,karatavuklar  ,boz-  
bataklar ; aniden birer ikişer havalandı. Arkasında ki  römorkla kah salana sallana kah kıvrıla kıvrıla , köpük köpük sahile 100-150 metre kala kuvvetli ve uzunca meta- lik fren sesi bırakarak traktör durdu. Yüzleri başları sarılı banka soyguncularına benzeyen ve konuşma fonlarında 3-5 çocuk sesi katıştırılmış kadınlardan oluşan toplayıcı grubu hiç beklemeden kasadan aşağıya indiler.Ellerinde ,gövdeleri kargıdan  örülmüş sepeteleri vardı. Traktörün önünde biri kullananan diğeride amele başı olmak üzere iki adamda aşağıya indiler. Şöyle bir gökyüzüne bakıp şansa yağarsa döneriz diye fikir birliğine vardılar. Zeytin ağaçlarının yaprak iz düşümleri olabildiğince zeytinle kaplıydı.Bu sene geçen seneye nazaran oldukça bereketli yıldı.Çünkü zeytin 2 senede bir baskın mahsul verirdi.Ve o baskın senesi bu yıldı. Kızlı kadınlı zeytin toplaycıları ellerindeki sepetlerden bir bir öğlen azıklarını en yakındaki zeytin ağaçlarının gövdelerine koydular.Bazılarında ekmek ve burgulu taslarını koydukları torbaları zeytinağaçlarına astılar.Biraz uzaktan bakınca rengarenk torbalar asılı bu ağaçlar sanki yol kenarlarında değişik rengk bezler bağlanan dilek ağaçlarına benziyordu. Yanlarında çocuklarını getiren kadınlar onların soğuktan korunmaları için kıyafetlerini kontrol ederken bir yandanda ''sakın
yaramazlık yapmayın uslu durun'' gibi telkinlerde bulunuyorlardı.Amela başının ''haydi kolay gelsin'' demesiyle kadınlar 3-5 ağacın eteklerinde çömelerek önlerinde sepetlere zeytin toplamaya başladılar. Çocuklar ise şimdilik annelerinin yanlarındaydı ancak zamanla sıkılıp sağa sola oyun oynamaya gidecekleri kesindi.
    Yevmiye hesabı şöyleydi; Zamanın hükmü yoktu her zeytin toplayıcı kadın yada kızın ayrı ayrı ketenden çuvalı olur, çuvalı dolduran 1 günlük yevmiyeyi hakkederdi.
Ondan sonraki toplanan zeytinler sepet başına ilave yevmiyeydi. Bir keten çuvalın zeytinle dolmuş hali yaklaşık 80-100 kg gelirdi.Toplayıcılar hem zeytin topluyor hemde  birbirleriyle sohpet ediyorlardı. Dolan sepetleri amela başı alıp hiç bekletme-
den sepetin sahibinin çuvalına döküp yine bekletmeden toplayıcı kadına geri veriyor-
du.Konuşmalar takılmalar,şakalar, gülüşler arasında şimdi bu ortam dahada insan sesleriyle dolup taşmıştı.İşte bu durumda kendilerini unuturan çocuklarda  bu grup-
tan ayrılmış kendileri aralarında çeşitli oyunlara  başlamışlardı.Az ileride denizin dalgaları daha da hızlanarak  zeytin ağaçlarının  bulunduğu sahili dövüyordu. Anneler arada sırada çocuklarını kontrol ediyor fazla uzaklaşmamaları için uyarıda bulunuyorlardı.Sahille bu eğimli zeytin tarlasını bir sur gibi ayıran çalıların ardında oynayan çocuklar arsında bir süre sonra kavga sesleri ardından ağlama sesleri yüksel
di.Hemen hemen herkes o yöne doğru başlarını çevirdi.Anneler bir çırpıda koşarak kavgaya tutuşmuş çocuklarını ayırdılar.''Yapmayın siz arkadaşınız'' deselerde çocuklar birbirlerine kinli kinli bakıyordu.Her anne  çocuğunun elinden çekercesine sımsıkı tutup zeytin topladıkları ağaca geri döndüler.Hala çocuklar birbirlerinin üzerine atılmaya çalışıyorlarsada annelerinin tuttuğu elerinden kurtulamıyorlardı.Ali,Özlem
Nesrin bir olmuş , Bülent'le Zehra'ya saldırmışlardı. Hemen amele başı geldi.Yapma-
yın siz arkadaşsınız dediysede çocuklar duracak gibi değildi.''Bakın uslu durursanız ve bana yardım ederseniz akşam üstü köye vardığımızda her birinize 25 kuruş  vercem.Dolan sepetleri çuvaların yanına getirmek şartıyla''.''Anlaştıkmı'' diyede sordu.Çocuklar bu teklifi duyunca  oldukça sakinleştiler hatta gözleri parıldadı.
Birer ikişer başlarıyla onay verdiler.''O zaman Bülent'le Zehra, sepet taşıyacak onlar
bir takım , Nesrin,Ali,Özlem ayrı bir takım olacak diyerek'' diyerek çocukları 2 ayrı gruba ayırdı.Çocuklarda bu teklifi kabul ederek hemen işe koyuldular.7-8 yaşların-   daki bu çocukların 7-8 kg gelen zeytin dolu bir sepeti tek başlarına taşımlarıda müm-
kün değildi zaten.25 kuruş ne demekti çocuklar için ? Çabuk bitmemesi için kapağı delinmiş SENSUN gazozla ALGA gofreti demekti.Hemen çocuklar zeytin toplayan kadınlarınn sepetlerini kontrole başladır.Az önceki kavgadan eser yoktu.Dolan sepetler hemen gruptaki eşle yanyana taşınıp çuvalların yanına getiriliyor orda bekleyen amele başıda çuvala bu zeytin dolu sepetleri döküyordu.Bazen gruplar arsında yarış hali bile olsa bu tatlı bir rekabete dönüşmüştü.Bülent'le Zehra birlikte taşırken zeytin dolu sepeti,Nesrin,Ali ,Özlem değişimli olarak çalışıyorlardı.Bunları gören annelerinde çocuklarına ''Aferin oğluma,aferin kızıma ''diyerek moral veriyorlardı.Neyse öğle yemeği yendi.Zeytin toplamaya devam edildi.Çocuklar gayet iyi çalışırken bazen 2 grup elemanları centilmenlik göstererek birbirlerine dahi yardım ediyorlardı.Kavgadan eser dahi kalmamıştı.Ve böyle devam ederken zaman akşam üstünü buldu.Paydos zamanı.Hemen römorka binildi.Sabah gelinen yolda şimdi köye doğru yolculuk başlamıştı.Geride bir sürü ağızları dikilmiş zeytin çuvalları
tarlanın çeşitli yerlerinde dimdik ayakta duruyordu.Hoplaya zıplaya bata çıka köye varıldı.İlk noktada evleri birbirine yakın olan Zehra ile Bülent ve anneleri indi.Çocuk-
ların gözleri amele başındaydı.Amele başı elini cebine atıp 50 kuruşu Zehraya verdi.
''Bozuk yok Zehra sen bozdur, Bülent'e 25 kuruş verirsin''dedi.Zehra'da  ''tamam'' diyerek.Parayı aldığı gibi koşarak bir anda gözden kayboldu.Bülent bakkala gideceklerini sanıyordu.Zehranın bir anda kaçmasına anlam veremediğinden dona kalmıştı.Oysa beraber çalışmışlardı.Zehranın annesi Zehray'a nereye kızım diye ardından bağırsada çoktan Zehra gözden kaybolmuştu.Bülent'in birden çocuk gözleri dolduğu halde hızla Zehra'nın koştuğu yöne koşmaya başladı.Köyün sokaları arsında
dört bucak koştuysada Zehra'yı bulamadı.Nefes nefese bir sokak başında çöktü.Göz yaşları sicim gibiydi.Küçükcük bedeninin göğüs kafesi körük gibiydi.Soluklandı.Hem ağlıyor hemde ne yapacağını düşünyordu.Derken hemen hışımla kalktı koşar adımlarla Zehra'ların evinin kapısına gelip Zehra'ya seslendi.Annesi elinde 25 kuruş olduğu halde kapıyı açtı.''Bülent Zehra yok oğlum al sana 25 kuruş hadi git bakkala harçlan '' dediysede , Bülent ''olmaz Serap teyze ben amele başının verdiği 50 kurştan 25 kurşumu isterim'' diyerek uzatılan 25 kuruşu almayı redetti.''Oğlum aynı para '' de-
diysede ,Bülent koşarak kendi evlerinin avlusuna geldi.Hala ağlıyordu.Annesi ''ne oldu oğlum bulamadın mı Zehrayı'' diye sorunca Bülent tamamen hıçkırıklara boğuldu.Dudakları titreyerek kesik kesik konuşarak''Hayır yok evlerinede baktım yok
ben o 50 Kuruştan 25 kurşumu isterim'' diye diretti.''Bide sen git anne sen iste'' dedi
''Annesi oğlum zaten yorgunum gel sana 1 lira vereyim git harçlan'' dediysede nafile
söz dinletemedi oğluna.Hadi sende gel o zaman başımın belası diyerek Zehraların evine yöneldiler.Avlu kapısına geldiler. ''Serap ,Serap ''diye seslendi, kapıyı Zehra açınca Bülentin gözleri parıldayıverdi.Zehra'nın sağ avucununda sıkılı olduğunu görünce göz yaşlarını kolunun tersiyle silip daha da keyiflendi.Zehra'nında annesi geldi.Hadi bakalım doğru bakkala gidin.Zehra annesinin tokat tehdittinden dolayı istemiyerekte olsa Bülent'le beraber bakkalın yolunu tuttular.Arkalarında annelerinin konuşma seslerini bırakarak.Bakkala gelindi gazoz ve gofret alındı.Hemen dışarı çıkarak bakalın duvarına çömeldiler.Gofretlerin ambalajı açıldı.Gazozlar kafaya dikildi hatta emildi.Zehra bir çırpıda gofretini bitirdi.Bülent ise daha henüz bir ısırık almıştı.İkinci ısrığı tam alacakken zehranın gofretine iştahla baktığını gördü.Hemen
gofretin kağıdı çıkardı.gofreti ikiye böldü ısırmadığı tarafını Zehra'ya uzattı.İki arkadaş gazozlarını ve gofretlerini bitirdikten sonra evlerinin yollarını tuttular.

     Levent ÖZCAN     

22 Nisan 2011 Cuma

AŞK

Dün günüm bana,,
Katışıksız acılara  gebe iken yarınlarım.
Hayat karnemi , ellerime sundu.
Umudumu kurtarmışım yıldızlı yapmışım hatta.
Saygımdan da geçer not almışım,
Seviyor olmaktan zayıf değildim oysa,
Ancak aşktan maalesef zayıf almışım.
En çok zoruma gidende bu oldu aslında.
Katışıksız acılara gebe iken yarınlarımda ; AŞK vardı.
Karnem kırıklarla dolu iken ; AŞK vardı.
Umudum çok azken zayıfken ; AŞK vardı.
Saygımda  ; AŞK vardı.
Seviyor olmakta iken ; AŞK vardı.

Tek bişeyi unutmuşum ,
MANTIĞIN VARLIĞINI.


Levent ÖZCAN

10 Nisan 2011 Pazar

İLK KİTAPLAR GELDİİ ............

                                         ASLI
Yaptığın kattı çok anlamlı.Gerçi  onur ve ileri görüşlülük bu olsa gerek.Sen bir mirasını paylaştın. Umarım o kitaplardan bir kelime iyilik adına bir şey öğrenenler,   yarın sabah '' Merhaba günaydınlar '' diyebileceklerse bu senin eserindir.Gurur duy.......Tevhide ben SENLE  gurur duyuyoruz çünkü....
   

 SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMLE


Levent ÖZCAN

GÜN

Nefesimi hapsettim kendime.
 Tırmandığım bu günümün ,
   En masum geçmişime.
     Darlanıyorum.
      Kasveti çalınmış heyecanlarım sende. 
     Alınmıyorum.     

Levent ÖZCAN 
  

ÖYLESİNE İÇTEN GELEN

Öylesine içten gelen,
Yazılması geciktirilmiş,
Basıncı azaltılmış nefretlerin , kelimelerine hükmeden;ben
Her satır başı buluşmalarında
Ritmi çalınmış heyecan koşuşturmalarımda
imla sendromlu cümleler katarlarını sıralarken,
Nedensiz ukala , şımarık haykırışları balçıkla sıvamışım; meğer,
Hiç ama hiç istemeden.
Gaza gelmiş, cesaretimin zirvelerini zorlarken ,  bir anda,    
Korkunun eteklerine sarılmışım 

7 Nisan 2011 Perşembe

ÇEKİŞMELER

Bu kadar mıydı çıkmazı  uzak mesafelere sürdüğümüz?
Sancılı direnişleri avuturken öfke kıvamı konuşmalarda,
Hani nerede kaldı hasret dolu sevişlerimiz?
İnsanlık deneylerimizin iki ana maddesiydik.
Etkileştiklerimizle biz tepkileştik.
Bilim kanunu bu, birinci kuralı bu bilimin ,
Asla yoktan (HİÇ) bir şey var edilemez vardan da yok edilemez.
Biz etkimizle en güzeli var, tepkimizle en yüceyi yok ettik.


Levent ÖZCAN

6 Nisan 2011 Çarşamba

OKUMAYI SEVENLERE


                                         MERHABALAR
     Gerek yazı yazdığım  bu blogta benim yazılarımı  takip eden üyelerden gerekse blogumuza üye olmayıp misafir olarak sayfamı , ziyaret eden tüm okuyucularımın dikkatine bir şey sunmak istiyorum. Benimde ilkokul ve ortaokulu okuduğum geçmişte, BADEMLİ İLK  ÖĞRETİM  OKULU olan şimdilerde bir hayırseverin 6-7 yıl önce modern ek bina yaptırarak adı, BADEMLİ M.ERTUĞRUL DENİZ OLGUN İLKÖĞRETİM OKULU olarak değişen, çağdaş eğitime devam eden bu okulumuzun kütüphanesinde halamın kızı TEVHİDE gönüllü olarak çalışmaktadır. Malumunuz olarak burada ki ortak paydamız yazarak-okuyarak bir şeyler paylaşmak. Okumayı ve yazmayı sevenlerden ricam şudur: evlerinde okumuş oldukları işe yaramayan roman,hikaye.masal vb. kitapları bulunduğumuz köye göndermeniz. Okulumuza çevre köylerden de taşımalı sistemle öğrenci gelmektedir.(YAHŞİBEY, DENİZKÖY GİBİ). Hemen hemen her gün okul kütüphanesine uğramaya çalışırım . Raflarda genelde gazetelerin o kuponlu kitap verme yıllarından kalan ,ansiklopediler ve kağıt kalitesi düşük hiç bir albenisi olmayan promosyon hikaye ve romanlarıyla dolu olduğunu fark ettim. Halamın kızının düşüncesi nette kitap bağışı için duyur yapmakmış.Bende en azından bloğumda  bir '' kitap bağış yazısı'' yayınlayabileceğimi söyleyince gözleri parladı. Bir tek kitap dahi okul kütüphanemize kazandırabilirsek, ne mutlu sizlere. İlgi ve alakanıza çok teşekkürler ederim. Yurdun her neresinde olursanız olun '' YURT İÇİ KARGOYA '' kitaplarınızı verip kargo ücretini karşı  ödemeli yaparak aşağıda vereceğim adrese gönderebilirsiniz. 


Saygılarımla.
Levent ÖZCAN


ADRES: BADEMLİ M.ERTUĞRUL DENİZ OLGUN İLKÖĞRETİM OKULU.
              Bademli köyü DİKİLİ/İZMİR
               İLETİŞİM: o.232.677 81 98  
                Küçük bir rica :  Roman,hikaye ,masal,eski tarihli bilim tarih,sanat dergileri olursa seviniriz.Ansiklopedi ve promosyon romanları ve hikaye kitaplarından oldukça fazla var. 

MİSAFİR ŞİİR...

GÖZ GÖZE GELİRSİN , YÜREK YÜREĞE DEĞER.  
YAŞANILAN HER ŞEY GÜZEL , GERÇEĞE YAKLAŞTIRIYORSA EĞER.
 


Teşekkürler ELİFÇE

5 Nisan 2011 Salı

DENİZ VE ÇOCUK

Korunmasız düşüncelerle acemice devirdi geceyi.
Doğudan batıya sürerek siyahı,
Açık etmişti lodosu ve poyrazı.
Bir sığırcık kuşu kadar titrekti bedeni.
Sonsuzluğu çalınacak günün heyecanı ile apar topar,
Geç kalmanın tedirginliğini koşarak kapatacaktı.
Zeytinlerin zengin dostluğuyla selamlaşan yoldan ,
Nefes nefes etti yorgunluğunun terini.
Geride bıraktığı mesafelerin, kulvar kenarlarındaki yeni yetme gelincik ve papatyalarına ,
İçinden binlerce ''merhabalar'' demişti.
Maviye kavuşmanın son dönemeci görününce , gözlerinin karşı iz düşümlerinde,
Martıların uyuşuk kanat çırpınışlarıyla alay ederek,
Tamamen hızlandı.
Denize özlemli teknelerin motor seslerine iç geçirerek.
Çark etti limanın dar ve kenarları kovalıklı yoluna.
Sevdası denizdi, belki geleceği de,
Maviyi yoğunlaştırmıştı en koyu atan sol tarafında.
Balık yakarışlarına değildi ağ ağ tekne gerisinde zıplayan,
Nede martıların yüzsüz dalışları değildi maviyi parçalayan.
Benliğinde hani derlerdi ya balık ve ortaya bir yetmişlik rakı,
Mezelere asla ezdirmezdi ortaokulluk yaşlarını.
Demir alındı.Dehşet bir çığlıkla mavi makaslanıyorken,
En uçta  bacaklarını açarak,
Şimdi bu gökyüzünün tepetaklak olmuş tonuna hükmediyordu.
Derin bir serinlikle dipte abideler yaratan,
Pinaların devasa pembe kaburcakların ve yosun tarlarınını heyecanla dalgalandırarak,
Ulaşıvermişti para zimmetli balık tarlalarına.
ÇOCUK oluvermişti az sonra eline yapışacak bir pul tanesi şuanda kim bilir hangi dipte ,
Solungaç titrekliğiyle hangi kuyruk izi bedende muntazam dizliydi.
Sabahın adamsı uyanışını ,şimdilik hepatit-C  virüslü kağıtları unutarak,
Can atan atmosferden ilk ilk oksijeni soluyan bir masum bebek GİBİydi,
İplikten karelerle motif yapıldı kurşunun ağırlığı, mantarın hafifliği ile.
Su DÜNYASINA acı yaşam türküleri serildi.
Zamanın hükmü çekilecek ağların pembesinde beyazında morunda,
Ve ulaştırılacak kıyıya, elleri ovuşturmaktan sımsıcak,
Saçı başı dağınık KİRLİ sakallı geçimin dümen suyu olan,
YÜZsüzce sırıtan balık tüccarında.
Tekne sesi hızlandı deniz sobelendi,
Ağır metalleri hiçe sayarak KİRLİ sevinç haykırışlarıyla usta balıkçılar,
Martısal çalımlarla bin bir çırpınışı doldurdular son durakları olan tahta kasalara.
Yarı kayarak yarı sendeleyerek deniz döküyordu elindeki kova ile ,
 Ayaklarının dibinde  duran deniz özlemlilerine
Adamsı oluvermişti işte bir anda bu çocukta.
GÖZLERİYLE süzdü madde sevincini (beyninde) AMA EN TEMİZ yüreğiyle çok üzgündü,
Şimdi yarının kalem ve defterine BAKIYORdu,
Cebine girecek sıcaklığın, yeni kitap sayfalarında okşamasına arzu duyarak
Sere serpe serilmiş fonda şimdi yıkıyordu , bu adamsı çocuk yüzünü.
Demir alındı,.
İskele alabanda.

Levent ÖZCAN

2 Nisan 2011 Cumartesi

ESARET

Dillendirdim kısıntılı düşüncelerimi.
Dümdüz geçen zaman kavramına, çentikler işledim,
Bağlamak adına sessizliğimi ,
Tonların vurgularını  törpüledim.
Nedir ya bir şeye hükmetmek ?
Gösterişi bol sükseli albenili kavramlar odağında,
Mütevazılık sokaklarının loş duvarlarına yaslandım.
Hükmetmek mi  neye bir insana bir canlıya ilah olmak mı ?
Atladım yüreğimin deryasına.
Öylesine ufuk çevresi geniş ki öylesine enginki,
Kimi zaman süt liman kimi zaman alabildiğince dalgalı.
Yüzeysel hissedişlere yer olmadı hiç bir limanında.
Dört odalı oksijenin ve kanın kaynaştığı arıtıldığı,
Beyne hükmeden bir ritm var damarlarca pompalanan
Ey heyecan.

26 Mart 2011 Cumartesi



Tuzlu sahillerin iyotsu keskin kokusunda,
5 mayısın hıdır-ilyas  gece kavuşmalarına,
Denk düşürürken o  anları
Meteor akışkanlığında ışıl ışıl, yapayalnız,
Gıpta ederek yarına,
Dingin bu bahar gecesinde
Sahilde köpük köpük yıkamıştım umut yakamozlarımı.
Yarınım tütünsü kokulara gebeydi,
Derme çatma yalnızlıklar bile ,
Kendi kendime konuşma temellerinde,
Her an yıkılacak gibi korkaktı.
Doğanın semirttiği toprak ,
Ayaklarımın altında kaygan yeşil bir zemindi,
Gecenin göğündeki akışkanlığa
Aldanarak.
Mayıs bitti haziranın ilk günlerinden kaparo aldım,
Tüm acıları göz ardı ederek.
Dedim ya tütünsü kokulara gebe yarınım,
Irgatsı nikotinsel , ''o'' günlerde resimdeki bu evde yaşamıştım.
Levrek ve kefal yavrularından oynaşmayı,
İsparoz ve karagözlerden sevişmeyi öğrenmiştim,
Şifresini çözdüğüm bu tuz beyazı  mavi ekranda.
Gece löküs yanıklarıyla dirsek temasındayken,
Acıyı su toplamak olarak hissetmiştim,
Gün yanığı bedenimde.
Sabahı depreştiren kayık motoru seslerinde,
Güneşi doğurtarak maviye ekmiştim,
Sigara içmezdim ama,
Çok iyi de yaprak yaprak tütün toplayamazdım,
Annemin dayak ihbarlarından korkmayarak,
Tarladan derhal kaçardım.
Maviye o kadar büyü yapardım ki
Dolduruşla gelen babamın hiddetini savuşturup,
Bir dirhem et vücuduma değirmeden el acısı  izlerini
Kefallerin kuyruk su izlerinde kara donlu babamı kandırarak,
Yine tütün tütün uyandırılmış günümü unutturup,
Maviyi iki kişilik yaşardık,
Tava tava balık tadında.

....................

Şİmdilerde iğde sığıntılı o ev,
Okalüptus korumalı o tek odalı ev bir burunda hala AYAKTA.
Pozitiften eksiye dönmüş babam olmasa da.

Levent ÖZCAN  (ŞİİRİ YAZMA SÜRESİ 6.35 DAKİKA)

NOT: HIDIR ,İLYAS (Hıdır ilyas=hıdırellez)=  Yaşar kemal 'in  ''Bin boğalar efsanesi  '' Romanında  5 mayıs gecesi  bir su birikintisinde tek başınıza bulunurken ,doğudan ve batından 2 yıldız kaydığında biri HIDIR diğeri İLYAS AS dır  ,onların çakıştığını gördüğünüzde elleriniz suya daldırdığınız an tutuğunuz dilek kabul olmaktadır rivayetini hatırlatmak istedim bu notta.

25 Mart 2011 Cuma

Bağdaştırılmış yakıştırılmış tenha köy sokakları,
Derme çatma insanların hafif kalabalıklarında,
Takip ederken düşünce izlerini,
Ağır tonajlı kamyon eziği yollarında
Sahte Arnavut kaldırımlarında  sarf ettim tüm sözcüklerimi.
Boyu uzatılmış eni gün be gün daraltılmış,
Eskinin kağnı nidalarında,
Haykırışların yankılandığı azda olsa var olan,
Rum evi taş bina kulvarlarında,
Şiirlerimi hapsettim.
Bakır koşumlar taktım elektrik şiddetli gökyüzüme.

Her adımda nefes alırken titreyişler,
Sancısız sevdalar gömdüm gönül mabedime,
Yeri geldi top koşturdum yeri geldi saklandım  çocuksu ,
Yeri geldi yakalandım aşk yokuşunda,
Fırtınalar kopardım içimin gökyüzünde ,
Gözlerimi yağdırdım ,girince evimizin büyük tahta kapısından
Avlumuza,
Kibrit çöplerini gemi,
Yağmurla ivme kazanan su akışı atık su kanallarında,
Bu gemileri etap etap yarıştırdım,
Kitlesel yalnızlık kıyımlarında,
Bir kıza bile aşık oldum,
Ağladım..
Şahidim olan yaşanmışlıklarıma bu sokakta,,

........

L.ÖZCAN

23 Mart 2011 Çarşamba

HÜKÜMSÜZ HÜKÜMLÜ

Savunmasız anların tükettiği
Umarsızca tek düze inen sıyırtmaçlı günleri.
Toparladım koydum önüme,
İhanet ilahilerinde kulaklarıma değen şefkat nağmelerinden eser yokmuş.
Apolitikken en yakın çevremde,
Bu kurtlar sofrasında karakterimin lime lime edildiğini gördüm.
Matematiksel sezgilerimle,
Hümanist yaklaşımlardayken
Felsefenin bu kadar kurgusal,edebiyatın bu kadar boş,
Ve insan tahlillerinin bu kadar kimyaya aykırı olduğunu süzdüm.
Fiziksel temaslardan kaçınırken ben,
Psikolojinin bu kadar peşime düşeceğini acaba düşünmüş müydüm?
Kaf dağı kadar uzak GAF dağları kadar yakın coğrafyalarda yaşamışım meğer bilmeden.
Morali sıfırlanmış, bunalım uçurumlarında elimde çaresizlik kalkanı parıldarken,
Cesaret güneşimin doğrudan kendisini sıkmalıymışım meğer..

22 Mart 2011 Salı

UMUTSUZ YAŞAM

Anatomik yapısı incelenmiş,
Eks olma durumu tescillenmiş,
Alının akının yuvarlandığı damarlarının
Nabız atışı ivmelerindeydi.

Heyecanı adrenalin yüklü yokuşlarda,
Üç nefeslik aşklar yaşıyordu.
öksürdüğünde nefret,
Düşündüğünde umuttu bekleyiş.

Heyet raporları doğrultusunda 

 ÖLDÜÜÜ.....

20 Mart 2011 Pazar

MESAİ BİTTİ.

Yükseltiyor cephesini umutsuzluk dağarcıklarım.
Mesaisi bitmiş gün , sırtına almış siyah paltosunu
Uzaklaştıkça elim koyulaşıyor.
Yüzümde ayrı ifade bırakıyor,
Ben ardı sıra baktıkça.
Çalıyorum hemen zamanın ivediliğinden,
Bir Telaş akrep yelkovanla alay ederek,
iniyorum hemen 9 kat alt sokağa.
3 seçenek var,,,,,
önümde.
diğer ikisini  siliyorum,
geriye, geriye evet geriye
tek seçenek ,
bırakıyorum.
Düşüncelerimin haşmetine  gıpta edip,
Onlarla bu saatte ,
Yüzleşmeliyim...
Bunlar benim akordion saatlerim.
Öyle bir çektim ki günümü körüklerime,
Öyle doldurdum ki ,
Birde hani halk otobüsünde pencereye yasladım ya başımı ,
Değmeyin keyfime.
Of,of ne dengesiz insan yığınları.
Katıştırıyorum değişik insan karakterlerini,
Aynı anda harmanlıyorum acıyı tatlıyı yüreğimde.
Öyle bir düşünce deryasındayım ki
yer çekimimin çalınmış bu halk otobüsünde.
Güne başladıktan sonrada günü bitirirken de
Hep aynı manzara...
İç çekmeler umudu insanların yüzünde kopyalamalar,
Yada sakinlikle buğulanan pencerenin en uzak ufuklarında.
Geniş bir düzlem gökdelenlerden sektirdiğim  çatışmalar..
Dehşeti yaşatan  iyiyi ışıldatan gök kubbe sakinliğimde,
Aynı hızla yol alıyorum kilometrelerce düşüncelerimde.
Politik,resmiyet soluyorum daima
Odacısıyla memuruyla müdürüyle her neyse kademesi işte,
İlerleyen zaman geride düşünüşlerimi kuyruk yapmış bulutlara,
Sıyırıp dünyevi diz çöküşlerimi tek tek atmosfer harikası yücelişlerimi
Şartlandığım hayatta hak edişlerimden ödün vermeden,
Bir günü daha devirip,
Sarmalsı umutlarımı zorlayarak,
Dönüyorum evimin sokağına...,
Bakalım yarın NELER OLACAK.....
Yada KİM olmayacak hayatımda...

19 Mart 2011 Cumartesi

KoRkUlAr

Peşi ardıma düşmüş bilinçaltılarım.
Rüyalarımın siyah fonlu sahnelerinde.
Ya bir daldan düşüyorken uyanıyorum,
Onun ötesinde, yada sevincimin en zirvesinde.

Kabuslarım düzenli aşırı terleyişlerim sabit,
Yatırırken hızlı nefes alışlarımı gecenin en derinlerine,
Korkuları  harcıyorum umut tezgahlarında,
Bir yüz seyrediyorum sevecenlikle  öylesine öylesine,

Dağları liman , ovaları saydam deniz şartlandırıp,
Umarsızca kollarımı açıp kanat olduğundan emin olarak,
Çırpıyorum bilincimin sanal  enginlerinde,
Bilimi tüm dünya kanunlarını hiçe sayarak.

Aşklar yaşıyorum kabuslarımdan arttırdıklarımda,
Simalarını hiç hatırlamasam da doğru düzgün,
Ucube yaratıkların ötelenmiş korkularından sıyrılarak,
Kadınımdayım sımsıkıyım kucak kucak.

Bilincimi ayıklayıp göz perdelerimi araladığımda,
Karşımda GERÇEK sahnesi olabildiğince sabit,
Rüyalarımdaki aşka  yine aşık olarak vede aşık kalarak,
Ötelenmiş korkularımı olanca hızla aşkla sadeleştirip,
Yepyeni GERÇEĞE başlıyorum saygıyla titreyen heyecanımla.....

.l

Bir anlık bir şey,
Kalemin öfkesi
sayfaya ,
Hiç umursamadan ,
Mısralarca işkenceleştiriyor,
düşüncelerimi.

18 Mart 2011 Cuma

BİR ŞİİR YAZMAK

Yüklemi devirdim,
Tümleci anlaşılmasın diye,
Dolaylı yaptım.
Özneden tiksindim, nefret ettim.
Olumsuzluk ekleri kattım sonuna ,
Türkçenin gramer yapısına inat,
Beni gizledim.
Yaşam paragraflarım parantezlerle doluydu
Anlaşılmam için..................
Soru işaretlerinin Demoklesin kılıcı gibi,
Hep karşıma çıkmasına,
içerledim...
Tertemiz yaşam sayfalarımda.
Virgülü eğmedim noktanın önünde,
Ünlemlerden korkmadım
Yazmanın gebeliğinde,
Üzengi , örs , çekiç konuşmalarda.
Çok sevdim çok az sevildim,
Çok değer verdim değerim paslatıldı  teneke parçalarında.
 Şimdilerin yazın dünyası okşarken , beyinle hayran bırakırken okumaya hevesi,
Burjuva şiirler yazdım
 Bir anda
Giriş bölümüm harikamıydı anımsamıyorum,
gelişmeyi tükettim BİLİYORUM.
Bir şiir yazabilecek konumdayım,
Sonucu nasıl bitirebilirim ONU HİÇ BİLMİYORUM..
Hayatımın sonu hangi NOKTALAMA işaretinde ACABA.........

LEVENT ÖZCAN 14.40

10 Mart 2011 Perşembe

GEÇMİŞİN BASAMAKLARI

Geçin bakalım dalganızı,
Denizin savrulan saçları gibi,
Köpük köpük höpürdetin anlarımı,
İç çekişlerimi ters çevirin,
Işıksız bırakın en derinden gelen hislerimi
Lan ! 1988 yılının kış geceleri neredesiniz,
Ne güzel hayaller kuruyordum,
Gecemi gündüzle yıkıyordum cıvıl cıvıl,
 Umut işliyordum mısra mısra ak geleceğime,
 Lan it akrep lan dümbük yelkovan siz şahit değilmiydiniz.
 Yüreciğimi depreştiren düşüncelerime
 Yanılmışım hemde çok, 
Umudu serpiştirirken yarının umut tarlalarına
 Kaç kez göz yummuştum oysa ,
 Saat başlarında beraber olmanıza,
 Hainsiniz anlar,dakikalar. saatler, ve toptan yıllar,
Geriye baktığımda   ,
 Sizden çok alacaklı olduğumu düşünüyorum şu sıralar.
   Neyse ...

25 Şubat 2011 Cuma

İLLET OLUNASI ŞEYLER....

Saat 03.00 iklim, rüzgar nefesini öyle üflüyor ki, ardımdaki pencereden görebildiğim badem ağacının aldanmış çiçeklerinin güzelliğini kıskanır bir fesatlıkla onlara yükleniyor.Gece evet karanlık sırtımı yasladığım pencere ardı yamaçta benden yaşça büyük badem ağacı lodosuna poyrazına açık yapayalnız, bu nefretlere direniyor yıllarca.Gövdesi reçine dolu ilgisizlikten olsa gerek .Budanmamaktan bilimsel açıklaması belkide. Onlar gözyaşları belki. Hangimiz yaslanıp bir badem ağacına onu dinlemeye çalıştık ki.. A evet baharın kaynaştırdığı kanımızın zıpladığı hafta sonlarında ki mangal günlerinde belki tanıdık çiçek çiçek güzellikler sunan badem ağacını.Ben affınıza  sığınarak  batınında batısındayım, ve  köye  dem vuran    Anconoz'dan sonra bademliye dönen bir köyün yamacındaki badem ağacının abidesinin gölgesindeyim . Doğduğum , bir ara terk ettiğim ve geri döndüğüm yamaçta olan evimin konumundan dolayı belkide etkileşimlerim hep eğik olması kırmamak adına başkalarını . Değer verilecekse gerekene badem çiçeklerinin çağla tadını öteleyip belki gövdesinden terleyen reçine göz yaşlarındayım.Beni takip eden  blog yazarları; Lütfen kendiniz olun yaşadığınızı klavyelerde yansıtın  olmak istediğiniz değil olduğunuzu yazın.Yemek tarifleri verenler başka sitelerden kopyalama yapmayın, kendiniz mutfağınızda bir şeyler keşfedin ve bunları paylaşın. Şiir yazanlar    CAN YÜCEL' i rahat bırakın, yada diğerlerini, İnancı tam olanlar Lütfen dine ihanet etmeyin,din ki yazılanlarla değil yapılanlarla yücelir,Mevlanayı okuyun ama siz mevlana olun yürek eğer inançsa bunu gerektirir. Çakma    esinlenme birebir kopyalamalar burada karakterleri basitleştiriyor.Ve mümkünse herkes kendine ait olanı yazsın ki bazılarının kafaları karışmasın.

 Badem çiçeklerim bu sahte rüzgarlara direnemiyor.............
levent ÖZCAN

24 Şubat 2011 Perşembe

BANA AİT DEĞİL

Sen bir şiirdin,
Yazılması gereken,
Seni yazdım.
Şiir bitti.
Unutma ben bir şairim.
Daha önce de ne şiirler bitirdim.

(BÖYLE BASİT ŞİİR YAZAMADIM YA  BEN ONA YANIYORUM)

23 Şubat 2011 Çarşamba

ŞİİR..

Elime düştü somutlaşan saatler,
Geride bir duman bir sigara,
kapımı çalmış hasret dolu geceler,
geride bir duman bir sigara.

Yıldız kaymış gökyüzünde,
 geride bir duman bir sigara,
Kalem hasret , kağıt dert ortağı olmuş,
bir şiir yazmış,
geride bir duman bir sigara.

Levent ÖZCAN (30.12.1988)

YÜKSELİŞ

Birazda ara vermeli insan,
Tapınırken kuytuluk limanlarında,
Yürek mabetlerinde inan,
Huzur bulmalı sessizlik an be an,
Yaşamı bizler senaryo yapmışız aslında,
Rolümüz hep baş rol,
Figüranlıkları el ötesi etmişiz,
Heyecanla en güzeliz,en iyiyiz, en  en  enlerin izleriyiz.
Geriye baktığımızda zemine düşen gölgemizde, boğulsun figüranlıklar.
En derin avuçlardan alkış yüceltsin bizleri,
Oysa öylemi ki acaba ne dersiniz?
Yaşam  denilen hayat perdesi bir kere açılır,
Ve bir kere kapanır,
Galası vardır ancak tekrarı varmıdır?
Acaba.....
Acaba ...

19 Şubat 2011 Cumartesi

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN (4)

Fıstık yeşili bir halı kaplı odanın,dört duvarından ikisi insan boyunu  aşacak kadar yüksek  ve duvar yerine geçen  camla kaplıydı. Ortada baklava dilimli koyu ahşap görünümlü kahvelik sehpalarının birleştirilerek, bir daire oluşturduğu, üstü daire şeklinde büyük camlı  olan sehpanın üzerine  son sayfasını okuduğu kitabı bıraktı. Jack london'nın '' Martin Edeni''. Bu çok yıpranmış  kitabı öylece bıraktı.Salonla televizyon odası  çift kanatlı kapıyla kapılıydı. Elleriyle tıpkı japonlar'ın yaşadığı evlerde geyşaların saygıyla dizleri üzerine çökerek açtığı kapılar gibi ,  buzlu camlı kanatlı kapıları raylarının üzerinden sağa sola ayırıp gıcırtatarak açtı.Saat karşı duvarda asılmış Atatürk resimleri arasında 14.46 'yı gösteriyordu. Bulunduğu daire güneybatının tam yönü olduğundan güneş hele ki bu saatlerde çok etkiliydi.Bu küçük bölünmüş odanın  açık kapısından güneşin parlaklığına yoğunluğuna eş değer apartmanın ara bahçesinde yıllar önce ekilmiş  gerçekten söğüt ağacının  bir maketi gibi  olmuş zakkum ağacına tünemiş ağustos böceklerinin sesleri kulakları tırmalıyordu.Yazdı, temmuzun son haftasıydı, nem çok acımasızdı.Ne içerse içsin 2-3 dakika sonra vücudun tüm stomalarından doğaya geri veriliyordu neredeyse.Lavaboya yöneldi.Sarı ışık yansıtan,  kendi yüz hatlarını izlediği ,musluğun üzerine eğrelti iliştirilmiş aynaya   baktı. Gözleriyle gözlerini den düşürmüyordu asla sadec göz ucuyla hatlarına bakıyordu. Kendiyle göz gelmeye korkmuyordu, cesareti vardı ama saygısı kendisineydi yıpratıp geçmişini hala yaşadığı heyecanlarını isteklerinin yanlış olduğunu söylemesinden korkuyordu o yansıyan gözlerin.Yüzünü iyice yıkadı saçlarını boğdu suya.Saçlarından sızan suları havluyla tüketirken.Cep telefonu çaldı Jack londonun ,''Martin edeni'ni bıraktığı  odadan.

3 Şubat 2011 Perşembe

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN. (3) ( LÜTFEN 1 DEN OKUMAYA BAŞLAYINIZ)

''Orası tavşan adasıdır. Bu adanın ardında da bir ada daha var ona da dış ada deriz.'' İki ada olduğunu belirterek bu adamla sohbet etmek için yeni sorularına zemin hazırlıyordu. Oysa pek sohbeti sevdiği söylenemezdi. Çünkü ne bu cılız nüfusa sahip köyde bulunan akranlarının nede liseye devam etmek için gittiği ilçedeki sınıf arkadaşlarının hep aynı tarz başlangıcı çağlayarak  akan köpük köpük akarsulara benzetir, devam ettikçe konuşmaların  heyecan debisi azalan en son menzilde bir bardağı bile dolduramayacak kadar sığ bir su birikintisine dönüşen sohbetlerinden bıkmıştı. Söz konusu konuların başında futbol, kızlar, yada dün gece seyredilmiş tek kanallı dönemlerin TRT 1' deki  filmlerin sahnelerinin tekrarı ile dolu olurdu sohbetler. Sosyal olmanın kuralının her türlü kitabı okumak, değişik fikirleri ve yaşam tarzları olan insanların konuşmalarını dinlemek  ve aklına yatanları  okuduğu kitaplardan öğrendiği ve kulağıyla duyduğu beyninin özümsemesiyle yüreğine ivme kazandıran düşünlerin iyilerinin doğrultusunda yaşamına yönlendirmek olduğunu  düşünürdü hep. Özellikle kış  akşamları bile köyün kahvehanesine gittiğinde , gerçek anlamda konuştuğu 2 yada 3 kişi bulunurdu. Ağır sigara dumanı altında yan masalarda  bağıra bağıra kağıt oynayan insanların aksine, insan yaşamanın ve özellikle işçilerin,ırgatların,çiftçilerin sarf ettiği emeklerinin karşılığını tam olarak almaları için yapmaları gereken mücadeleleri tartışırlardı. Ancak ne çelişkidir ki bu köyde bu kahvehanede tartıştığı kişilerden,ne çiftçi vardı  nede ırgat, biri kendinden yaşça büyük bir ilkokul öğretmeni , diğeri bir teknede reis yardımcılığı yapan kendisinden yedi yaş büyük bir kişiydi. Genelde hep öğretmen konuşurdu. O dönemin şartlarından dolayı korktuğundan kısık sesle konuşur, serilikle cümleleri geçer, vurgulara önem vermediğinden çok az cümleleri  anlaşılabilirdi. Sol düşünceler ortaya yatırılır , geçmiş tarihteki işçi, köylü kalkışmaları irdelenir konuşmalar biraz daha heyecana kavuşur, umutlu konuşmalar Bolşevik devriminin anlatılmasıyla  taçlandırılırdı.Bazı zamanlar da film,futbol,kadın kritiği yerine kim yeni bir kitap bitirdiyse o kitapta geçen olaylar irdelenirdi. Fikir ileri sürebilmek için İlkokul öğretmenin tavsiye ettiği kitapları alır,yada kendisinin okuması için verdiği kitapların sayfalarını bir çırpıda tüketir. Sabah ezanına doğruda kitabın son sayfasına gelirdi.
Bazı kitaplarda terimler ağır olduğundan anlamaz not alır ertesi akşam öğretmene anlamlarını sorardı. İşte bu ilkokul öğretmeni ona Jack London'un '' Martin Eden'' adlı kitabını mutlaka oku demişti. İlçede öğrenim gördüğü lisede öğlen arası yemek yemiyor aldığı harçlıkları kitap almak için biriktiriyordu. Ne yazık ki biriktirdiklerini de düşürmüştü. Dikkatsizliğine kızarak, bu yüzden   köyden 3 kilometre uzaktaki bu sahile yürüme cezası vermişti kendi kendine. Aynı zamanda balık yakalama  ile de ödüllendirmişti. Verilecek bir cezanın içerisinde ödülünde olmasının yapılan hatanın bir daha tekrarlanmaması için gerekli olduğunu düşürdü hep. Yanında duran adam izlediği ada ve denizden gözlerini alarak ,
'' Yeğenim daha buralardayık, buraları iyice öğreniriz tabii ırgatlıktan fırsat bulusak. Şinci geri dönüm de yarın zabah  çocukları okula yazdırayım.Hadi sana rastgele'' dedi. '' Tamam'' diyerek onayını kafasını sallayarak kuvvetlendirdi. Adam geldiği iki tarlanın sınırından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Ardından ağır aksak yürüyen bu adama toprak yolun iki tarafı zeytin ağaçlarıyla kaplı köşeye kadar izledi. Bir anda yanında var olan ve ilk defa gördüğü  bu adamın yaşına göre oğlu olacak  yaşta olan  ona, bir '' merhaba'' demesi çok hoşuna gitmişti. Oysa yakın çevresindeki çoğu insanın durup dururken merhaba demesinin altında mutlaka bir çıkarı olurdu. Tekrar kumlara oturdu.Oltalarına baktı.Geçen sürede misinalarda bir hareket yoktu. Tekrar ajandasını aldı ,açtı sayfa arasındaki kalemi alıp  şunları yazdı.
         İki kere iki dört edermiş,
         Sekteye uğradı mı düşünceler beyinde,
         İliştiriyorum zamanımı bembeyaz mısralara,
         Baştan kara hissedişler beni ezecekmiş,
         Matematiğin kimyasını da bozuyorum fiziğini de
         Değer vermek  bir kişiye
         Anladım
         Şuanda
         ''Merhaba'' demekten geçermiş.
         Önce ruh olmalı ,sevecenlik, insancıl olmalı
         Sonra yönelmeli pozitif bilime......
  Kalemi tekrar son sayfanın arasına kıstırıp ajandasını kapattı ki birden irkildi....

Levent ÖZCAN

2 Şubat 2011 Çarşamba

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN.(2)

  '' Merhaba'' dedi. Sessizliği bir anda bozan yada içindeki kavgasal sesleri bir anda susturan bu  adama. Yanına gelmesini istemiyordu, iç seslerinin kıyısına kadar sokulmuş  kişinin. '' Merhaba'' diye seslenenin. Kendisinin yönü olan ılıca boğazı,diğer yolda liman burnuna giden kıyı yoluydu. Bu yola devam etmesi için umudu vardı.O yola yönelmesini çok istiyordu. Çocukluk geçmişinin istekleri oysa hiç gerçekleşmemişti. Biliyordu ve hazırlıklıydı bu '' merhaba'' ivmesiyle sessizliğini alt üst eden kişi yanına gelecekti. Ajandayı kapattı hafifçe doğruldu, bu doğrulma hareketinin bu hiç tanımadığı adama bir davet olduğunu düşününce tekrar yere oturmaya yeltendiyse de yapamadı. Şimdi dimdik ayaktaydı ve  zoraki bir tebessüm le buyurun dedi.
-- Kolay gelsin, nasıl balık var mı?
-- Daha yeni oltaları denize salladım bekliyorum.Sizde mi balık yakalamaya geldiniz ? Bu soruyu adamın hiçbir şekilde balık yakalamakla ilgisi olmadığını düşünerek laf olsun diye sormuştu. Zira yanında ne bir çanta ne bir torba nede balık yakalamak için bir misina vardı.
   Kaşları olabildiğince kalın onun aksine yüz çizgileri çok ince, bıyıklarının uzantıları kırçıllaşmaya başlamış gözlerinin rengi güneş ışınlarıyla hafif yeşile çalan,  her an gülmeye hazır  gibi  yada çok gülümsemekten belirginleşmiş yüz hatlarında hafif kalıcı çizgiler oluşmuş bu uzun boylu hafif göbekli adamın hayır cevabını beklemekteydi. Üzerine giydiği kahve rengi ceketinin sanki yıllarca içerisinde yaşamış ve zamanla gövde gelişince de dar gelmeye başlamış bu ceketin, sağ koltuk altının dikiş tutmayan yırtığından astarı görünüyordu. Son kalmış düğmesiyle de önden iliklenmişti. Pantolonu da aynı tonda , bu iri kıyım kalıba ceketin aksine tam oturmuştu.Ayakkabılarının uçları oldukça sivri, uzun zamandan beri boyanmadığından dolayı epey yıpranık görünüyordu 
-- Yok ya yeğenim ben balık yakalamaktan anlamam. Öyle  dolaşayım dedim buraları.
   İlk defa gördüğü bu kişinin zeytin toplamak için yakın illerden mevsimlik işçi olarak gelenlerden biri olabileceğini düşündü. Yaşadığı köye bu aylarda farklı iklimlerden, farklı şiveli farklı çehreli insanlarla dolardı. Hatta köyün var olan dört kahvehanesi de akşamları hınca hınç bu yabancı mevsimlik işçilerin erkekleri tarafından doldurulurdu.Köyde  geniş zeytinliklere sahip varlıklı 4-5 aile, damdan bozma  evlere bu gelen aileleri yerleştirirler. Erkekler uzun sırıklarla ağaçlardan zeytinleri düşürürken, kadınlar, kızlar da yere düşürülen zeytinleri tek tek toplarlardı. Bu zeytin toplama işi ekim aylarında başlar ta ki şubat ayına kadar sürüp giderdi. Zeytin toplama dönemi bitince de gelen aileler tekrar memleketlerine döner köy yine  eski cılız kalabalığına , bir anda da eski sakinliğine kavuşurdu. Hatta bu gelen ailelerin ilkokul ve ortaokula giden çocukları köyün okuluna kaydedilir,bir anda sınıflar dolar hatta sınıflarda öğrenci sayısı 60 çocuğa kadar yükseldiği olurdu. Köy sokakları sabahları ders başlamadan önce ve akşamüstüleri okul çıkışlarında çocuk cıvıltılarıyla dolardı.
-- Hayırdır abi zeytin toplamak için mi geldiniz yoksa ? Sorusunu sorarken bu arada misinaların bağlı olduğu kurumuş tütün gövdelerine bakıyordu.
-- Yok yeğenim.. Kadir beyi tanıyon demi?  Onay işaretini başla alınca ''he biz ailecik onun iskele başındaki arazisine temelli çalışmaya geldik'' dedi. Aklından geçen sene köyden epey arazi , zeytinlik satın alan bir iş adamının olabileceğini geçirdi. Demek  o söylenen, çok zenginmiş diye bahsedilen adamın adı Kadir'miş.
-- Evet duymuştum epey yer almış buralardan.
-- Hah işte ben onun yanına girdim. Göyünüz çok gözelmiş emme. Zeytinliklee vaar, deniz vaa, tütün tarlaları vaa. Siz de tütün egip kırıyonumuz mu? diye , kulağa çok hoş gelen şivesi ve tıpkı yıllardır bir ahbabı ile sohbet ediyormuş gibi samimi  sorusunu bir çırpıda soruverdi.
Görüntüsüyle irice sayılan bu adamın konuşma şekli çok hoşuna gitti.O yalnız kalma isteği bir anda sohbet ortamının yerine geçmesi için  yok oldu.'' Evet yazları tütün kırmak için buraya göçüyoruz'' arkasındaki tarlayı işaret ederek,'' Bu tarlada bizim,  bu yana gelen yolun sağ tarafında ki zeytinliğimize barakamızı kurar, köyden 3 aylığına buraya göçeriz.Dedi.
  Adamın yıllarca çeşitli işlerde çalıştığı yerleşik bir düzeni olmadığını düşünürken adam denizin 300 metre uzağındaki tavşan adasını işaret ederek.'' Vay be ada mı bu karşısı'' diye sordu. Sormasında haklıydı çünkü bu kıyının karşısına denk gelen adanın burnundan güneye
doğru ilerledikçe ada tıpkı bir yay gibi kıvrılıyor ve genişliyordu. Diğer ucunu buradan görmek mümkün olmadığından (Çarıklı burnu, adanın diğer burnunu kapattığından) ana karanın devamı gibi görünüyordu. (devam edecek....)

31 Ocak 2011 Pazartesi

GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN. (1)

Sabahın serinliğine karşın , güneş sıcak nefesini solumaya başlamıştı. Denize paralel toprak yoldan ilerleyerek , iki tarla sınırında oluşan patika yoldan kıyıya ulaştı. Uçsuz bucaksız ufka baktı, görebildiği kadar uzakta deniz buharlaşmakta ve  bu buharın etkisiyle o ufuklar mavi ve beyaz renklerinin her türlü tonlarını sunmaktaydı. Gözlerini bu sis perdesinin önünde yüzyıllardır dimdik ayakta duran yıkık Ayinkola kilisesine yatırdı. Masmavi denizin ortasında açık kahverengi tondaki bu kaya kütlesine dönüşmüş yapıyı, yaz aylarında tütüncülerin 3 aylığına ev olarak kullandığı günü birlik yapılan barakalara benzetti.Ne kadar yıpranmış gözükse de heybetiyle hala denize direniyordu. Bakışlarını denize değirmeden hemen 300 metre ileride şimdilerin Kalem adası o zamanların Tavşan adasına sektirdi. Heyecanlıydı çünkü bu adanın hala gizemlerine hayrandı. 3-4 defa balıkçılık yapan tarla komşuları onuda bu adaya götürmüşlerdi. Ancak adanın  burnundan güney batıya doğru ve hala orada olduğunu tahmin ettiği keçi boynuzu ağacına kadar ilerleyebilmişti.Daha fazla ileriye gitmeyi cesaret edememişti. Bu burundan başlayan ve ilerleyen kıyıların büyük bölümü denize adeta başkaldırmış kayalardan oluşuyordu. Karşısında durduğu denizi koyu mavi ve turkuaz tonlarında ki küçük bir kumsalı iştahla seyretti.'' Ne büyük mercan, karagöz, isparozlar vardır dedi'' içinden.Adanın kıyısını oluşturan bu kaya ve kumsal sahilden yukarı çıkıldıkça yamaçları küçük yeşil çalı grupları ve bunların içinden muntazam sıralanmış yüzyıllık zeytin ağaçlarıyla doluydu. Ve gövdelerine konmuş ağustos böceklerinin son senfonileri de bulunduğu bu kıyıya ulaşıyordu. Bu görüntüyü tepe taklak mavinin üzerine yaslanmış şekilde de görmek mümkündü. Pürüzsüz bir tuval vardı karşısında. Derken sol yanındaki ılıca boğazından acı bir motor sesiyle irkildi. Az önce gelmiş olduğu bu kıyının kumsalına bir elinde kitap ve ajandasının diğer elinde olta takımlarının bulunduğu çantalar olduğu halde yavaşça oturuverdi.4 bilemedin 7 dakika sonra bu çocuk gözleriyle çizdiği tablonun bir süreliğine de olsa bozulacağına öfkelendi. Oltalarını çıkardı önce torbadan ve  uçlarındaki iğnelere yemlerini takarak denize atıma hazır hale getirdi. Bu arada tekne ağustos böceklerinin seslerini bastırarak ve denizin üzerinde beyaz bir çizgi çizerek önünden geçip  sağa dümen kırarak liman  burnundan gözden yitip gitti. Geride bıraktığı ivmeli su aynı zamanda hem bulunduğu kıyıya hemde karşısındaki adanın kıyısına ulaşmıştı bile. Karşı kıyıya ulaşan dalgaların sesi kayalara çarptıkça azda olsa yukarılara doğru yankılanıyordu. Bulunduğu tablo zamanla durulaştı aynı tonlarda esneyen resim yavaş yavaş  tekrar netleşiyordu. Misinalarını açtı peşi sıra belirli aralıklarla kıyıdan olabildiğince uzağa fırlattı kurşunlu oltalarını. Her bir misinanın sarıldığı makarasını tarla kenarından topladığı ve kuma gömdüğü tütün gövdelerine doladı. Şöyle bir etrafına baktı Ayinkola'nın sağ arasında ki Pisa burnunun yamacındaki toprak yol kenarında ki  zeytin ağaçlarının  gölgesinde bir kaç araba vardı.Ya balık tutmaya gelmişlerdi yada piknik yapmaya. Onlarda karşı yarım adada  diye iç geçirdi, sakinlik yalnızlık güzeldi . Bir cumartesi günüydü ve yazın gitmemek için direndiği ekim ayının ilk hafta sonuydu. Dün  okulda 2-3 haftadır biriktiği harçlıklarını nasıl kaybettiğinin  hesabını veriyordu kendine. Çok kızıyordu kendine. Hemde ne sitemler ediyordu. Oysa okula giden ana caddenin sol bulvarının tam ortasına denk gelen yerinde yeni açılmış kitapçının vitrininin de gördüğü Jack London'un Martin Edeni'ni almaktı tüm amacı. Diğer çantasından ajandasını çıkardı. Kalemi en son bir şeyler yazdığı  sayfanın arasındaydı. Gözlerini misinalarına kaydırdı bir hareket yoktu.İç çekti bir martının iç gıdıklayan sesiyle  başını o yene çevirdi elinde kalemi olduğu halde bir süre  martının tavşan adasının yamaçlarındaki kayaklıklardaki yuvasına kadar takip etti.Ortam yine sessizliğe  gömüldü. Ajandanın ilk satırına başlık düşünürken bir '' Merhaba'' ile yarı karışık korkuyla kendine geldi. Sesin geldiği yöne yöneltti tüm algılarını. Az önce  bu kıyıya ulaştığı tarla arasındaki patika yolun kıyıya ulaşan noktasında ki  '' Merhaba  '' sesinin sahibiyle göz göze geldi(giriş bölümünün sonu) Acaba bu merhaba hayatında neleri etkileyecekti.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...