31 Ocak 2011 Pazartesi
GEÇMİŞİNİ YAKAN İNSAN. (1)
Sabahın serinliğine karşın , güneş sıcak nefesini solumaya başlamıştı. Denize paralel toprak yoldan ilerleyerek , iki tarla sınırında oluşan patika yoldan kıyıya ulaştı. Uçsuz bucaksız ufka baktı, görebildiği kadar uzakta deniz buharlaşmakta ve bu buharın etkisiyle o ufuklar mavi ve beyaz renklerinin her türlü tonlarını sunmaktaydı. Gözlerini bu sis perdesinin önünde yüzyıllardır dimdik ayakta duran yıkık Ayinkola kilisesine yatırdı. Masmavi denizin ortasında açık kahverengi tondaki bu kaya kütlesine dönüşmüş yapıyı, yaz aylarında tütüncülerin 3 aylığına ev olarak kullandığı günü birlik yapılan barakalara benzetti.Ne kadar yıpranmış gözükse de heybetiyle hala denize direniyordu. Bakışlarını denize değirmeden hemen 300 metre ileride şimdilerin Kalem adası o zamanların Tavşan adasına sektirdi. Heyecanlıydı çünkü bu adanın hala gizemlerine hayrandı. 3-4 defa balıkçılık yapan tarla komşuları onuda bu adaya götürmüşlerdi. Ancak adanın burnundan güney batıya doğru ve hala orada olduğunu tahmin ettiği keçi boynuzu ağacına kadar ilerleyebilmişti.Daha fazla ileriye gitmeyi cesaret edememişti. Bu burundan başlayan ve ilerleyen kıyıların büyük bölümü denize adeta başkaldırmış kayalardan oluşuyordu. Karşısında durduğu denizi koyu mavi ve turkuaz tonlarında ki küçük bir kumsalı iştahla seyretti.'' Ne büyük mercan, karagöz, isparozlar vardır dedi'' içinden.Adanın kıyısını oluşturan bu kaya ve kumsal sahilden yukarı çıkıldıkça yamaçları küçük yeşil çalı grupları ve bunların içinden muntazam sıralanmış yüzyıllık zeytin ağaçlarıyla doluydu. Ve gövdelerine konmuş ağustos böceklerinin son senfonileri de bulunduğu bu kıyıya ulaşıyordu. Bu görüntüyü tepe taklak mavinin üzerine yaslanmış şekilde de görmek mümkündü. Pürüzsüz bir tuval vardı karşısında. Derken sol yanındaki ılıca boğazından acı bir motor sesiyle irkildi. Az önce gelmiş olduğu bu kıyının kumsalına bir elinde kitap ve ajandasının diğer elinde olta takımlarının bulunduğu çantalar olduğu halde yavaşça oturuverdi.4 bilemedin 7 dakika sonra bu çocuk gözleriyle çizdiği tablonun bir süreliğine de olsa bozulacağına öfkelendi. Oltalarını çıkardı önce torbadan ve uçlarındaki iğnelere yemlerini takarak denize atıma hazır hale getirdi. Bu arada tekne ağustos böceklerinin seslerini bastırarak ve denizin üzerinde beyaz bir çizgi çizerek önünden geçip sağa dümen kırarak liman burnundan gözden yitip gitti. Geride bıraktığı ivmeli su aynı zamanda hem bulunduğu kıyıya hemde karşısındaki adanın kıyısına ulaşmıştı bile. Karşı kıyıya ulaşan dalgaların sesi kayalara çarptıkça azda olsa yukarılara doğru yankılanıyordu. Bulunduğu tablo zamanla durulaştı aynı tonlarda esneyen resim yavaş yavaş tekrar netleşiyordu. Misinalarını açtı peşi sıra belirli aralıklarla kıyıdan olabildiğince uzağa fırlattı kurşunlu oltalarını. Her bir misinanın sarıldığı makarasını tarla kenarından topladığı ve kuma gömdüğü tütün gövdelerine doladı. Şöyle bir etrafına baktı Ayinkola'nın sağ arasında ki Pisa burnunun yamacındaki toprak yol kenarında ki zeytin ağaçlarının gölgesinde bir kaç araba vardı.Ya balık tutmaya gelmişlerdi yada piknik yapmaya. Onlarda karşı yarım adada diye iç geçirdi, sakinlik yalnızlık güzeldi . Bir cumartesi günüydü ve yazın gitmemek için direndiği ekim ayının ilk hafta sonuydu. Dün okulda 2-3 haftadır biriktiği harçlıklarını nasıl kaybettiğinin hesabını veriyordu kendine. Çok kızıyordu kendine. Hemde ne sitemler ediyordu. Oysa okula giden ana caddenin sol bulvarının tam ortasına denk gelen yerinde yeni açılmış kitapçının vitrininin de gördüğü Jack London'un Martin Edeni'ni almaktı tüm amacı. Diğer çantasından ajandasını çıkardı. Kalemi en son bir şeyler yazdığı sayfanın arasındaydı. Gözlerini misinalarına kaydırdı bir hareket yoktu.İç çekti bir martının iç gıdıklayan sesiyle başını o yene çevirdi elinde kalemi olduğu halde bir süre martının tavşan adasının yamaçlarındaki kayaklıklardaki yuvasına kadar takip etti.Ortam yine sessizliğe gömüldü. Ajandanın ilk satırına başlık düşünürken bir '' Merhaba'' ile yarı karışık korkuyla kendine geldi. Sesin geldiği yöne yöneltti tüm algılarını. Az önce bu kıyıya ulaştığı tarla arasındaki patika yolun kıyıya ulaşan noktasında ki '' Merhaba '' sesinin sahibiyle göz göze geldi(giriş bölümünün sonu) Acaba bu merhaba hayatında neleri etkileyecekti.
24 Ocak 2011 Pazartesi
ÇİMLER...
Merhabalar...
Bugün özellikle bahçemizin tam anlamıyla bütünleyicisi olan ve oldukça detaylar içeren,
çim konusunu ele almak istiyorum.
Bu ayda çim ekimi için toprak hazırlığına yavaş yavaş başlanması gerekmektedir. Şunu unutmayalım ki çim ekiminin başarılı ve ektiğimiz çimin uzun yıllar alanımızda sağlıklı bir şekilde kalmasının tek kuralı, çim tohumu karışımlarının seçimidir...ve bu karışımlara girecek çim tohumu varyetelerini seçerken nelere dikkat etmeliyiz?
1- Çim ekeceğimiz alanımızın güneş ışığının durumuna göre: Özellikle karışımlara giren çim varyetelerinin hemen hemen hepsinin belirli bir saat, gün ışığı görme ihtiyaçları vardır. Aksi taktirde bir zaman sonra gölgeli alanlarda karışımı oluşturan varyetelerden çoğu gölgeye dayanımı az olduğundan alandan kaybolacaktır. Ve buralarda boşlukların neticesinde su, toprak tarafın emilemeyeceğinden yosunlaşmalar başlayacaktır. Özellikle ağaç altı, bina arasındaki alanlarda mutlaka gölgeye dayanımı olan çim varyetelerinin yer aldığı karışımlar kullanılmalıdır. İlerleyen günlerde bu konu hakkında daha detaylı bilgi bulabilirsiniz bloğumda.
2- Çim ekimi yapacağımız alanın büyüklüğüne göre: Çim ekimi hem zahmetli, hem de maddi anlamda masraflı bir iştir. Alan büyüdükçe bakım maliyetleri de bir o kadar artabilmektedir. Dolayısıyla genelde büyük alanlarda büyümesi yavaş, biraz daha kaba görünümlü çim karışım varyetelerine yönelmek, ileride alanın homojen yeşilliği için çok gereklidir.
3- Çim ekimi yapılacak alanın toprak yapısına göre: Bu konuda yapılabilecek en mantıklı şey, alanımızdaki toprağı yenilemek değil, bilakis var olan toprağı değişik materyallerle ıslah etmektir. Yine bu başlıkla ile ilgili ilerideki yazılarımda daha detaylı bilgilerim olacaktır.
4- Bahçe sulama suyunuzun içerisinde bulunan tuz oranlarına göre: Bu da çim karışımını seçerken dikkat edilecek önemli başlıklardan biridir. Tuzluluk sadece denize yakın alanlarda vardır düşüncesi yanlıştır. Mutlaka sulama suyunuzu tahlil ettirmek, çimlerinizin sağlıklı var olmaları için gereklidir.
5- Çim ekeceğimiz alanın kullanım amacına göre: Çok basittir...Yoğun basılan alanlara farklı, az basılan alanlara farklı çim karışım tohumları kullanılmalıdır.
6- Çim ekeceğimiz alanda bulunma süremize göre: Denize uzaklığı, sadece yaz aylarında mı kullanılacak, yoksa yaz-kış mı kullanılacak onu göz önünde bulundurmak gerekir. Sürekli yaşadığımız yer ise '' her dem yeşil'' serin iklim çim tohumu varyeteleri, 3-4 ay kalınan yazlıklarda da genelde sıcak iklim çim tohumu varyeteleri kullanılmalıdır.
6- Çim ekeceğimiz alanda bulunma süremize göre: Denize uzaklığı, sadece yaz aylarında mı kullanılacak, yoksa yaz-kış mı kullanılacak onu göz önünde bulundurmak gerekir. Sürekli yaşadığımız yer ise '' her dem yeşil'' serin iklim çim tohumu varyeteleri, 3-4 ay kalınan yazlıklarda da genelde sıcak iklim çim tohumu varyeteleri kullanılmalıdır.
7- Bakım şartlarına göre: Çimlerin tam alanımızı kaplamasıyla bakım işlemleri de başlayacaktır. Bakım; düzenli sulama, düzenli biçim, yine düzenli gübrelemeyle sağlanacaktır. Bu durumda ne kadar sıklıkta bakım yapabilirim sorusuna cevap vererek ona göre çim tohumu karışımları seçilmelidir.
Yukarıda yazdığım maddeler ışığında en uygun karışımları hazırladığımızda başarılı bir çim tesisini yapmak için ilk ve güvenli adımı atmış oluruz. Piyasada bir çok firmanın paketleyip sattığı çim tohumları karışımları bulunmaktadır.
Bakın şu çok önemlidir: İçerisinde 6-7 ayrı çim tohumu karışımı bulunan örneğin 6'lı 7'li karışımlar daha kalitelidir diye bir inanış asla doğru değildir. Yukarıda sıralamış olduğum maddelere göre bazen 2-3 tür çim tohumun karışımının alanda kullanılması çok daha kaliteli bir çim tesisi anlamına gelecektir.
Bir kaç gün sonraki yazımda, tohum çeşitleriyle ilgili toprak hazırlığı esnasında dikkat edilecek hususlara değineceğim...
20 Ocak 2011 Perşembe
SERACININ GÜNLÜĞÜ
-- Adın nedir senin ?
-- Ahmet.
-- Kimin oğlusun ?
-- Babamın oğluyum.
-- Soy adın nedir senin ?
-- Toprak.
-- Bu köylü değilsiniz yani ?
-- Evet biz Aşağı kırıklar'dan geldik. Zeytin toplamak için.
-- Hımmm. Demek ailen zeytin toplarken sende, hasat bitene kadar bu köyün okuluna
devam ediyorsun
-- Hı hı ... Bu çiçekler sizin mi ?
-- Evet benim. Beğendin mi ?
Gözleri ışıl ışıl çiçeklere hayranlıkla bakıyordu. 9-10 yaşlarında mavi önlüklü elinde evrak dosyasına benzer çantası, üzeri az buçuk kirli bir kot pantolonu, bu kirliliğin aksine bembeyaz yakasıyla bu büyümüşte küçülmüş çocuğu hayranlıkla izlemekteydim.
-- Bizim evde de sümbül soğanları şimdilerde filizlenip çiçek açmaya başlamıştır.Her sene ben onların diplerinden yeni yumruları alıp evimizin bahçesinin boş köşelerine ekerim.Nergisleri de aynı şekilde hep ben çoğaltırım.Çok hoşuma gidiyor ,yavru yumruları alıp başka yere ekip çiçeklendiklerini görmek , hele ki kokularını koklamak gibisi yok.
-- Demek çiçekleri çok seviyorsun ? Bu arada gözlerini çiçeklerden ayırmadan.
-- Hemde nasıl. Ancak 3 senedir buraya geldiğimiz için ne nergislerin ne sümbüllerin çiçeklerini görmek koklamak nasip olmuyor. Bi geçen sene solmuş çiçeklerini görebildim yine de kokuları üzerindeydi. Mis gibi hala kokuyorlardı.
Bu kadar hayranlıkla çiçeklerini anlatıyor olması hoşuma o kadar gitti ki ne soracağımı bocalarken '' nereden duydun peki bu bahçede çiçek olduğunu''diye soruverdim. Bu soru karşısında sanki çiçeklere bakmakta suçmuş gibi biraz irkildi
o ışıl ışıl gözleriyle beni şöyle bi sözdü.
-- Siz geçen gün bizim okulun Atatürk köşesine çiçek getirmemiş miydiniz ?
-- Evet.
Bu evet cevabı ile ürkekliğinin yerine cesareti geri gelmiş bir şekilde,
-- Ben öğretmenime sordum '' bu çiçekleri getiren kişi burada mı oturuyor'' diye.Ondan öğrendim sonra sizin mahalledeki arkadaşlarda da burada çiçekleriniz olduğunu duydum.Zaten siz Atatürk köşesine saksıları yerleştirirken ben hemen arkanızdaydım.Çok güzel çiçekler.Adları ney onların ?
Tek tek adlarını söyledim. '' Hı bilmiyodum bunları'' dedi.Sera içindeki çiçeklerin tek tek isimlerini söyledim.İşte nasıl çiçek açarlar ne zaman açarlar diye.
-- Beğendiğin bir çiçek varsa alabilirsin İstersen. 3-4 tanesinin ismini biliyordu ancak ilk defa değişik çiçekleri görünce iştahı artmıştı.'' Yok '' dedi.Bunlardan bizim oralarda yok hemde pahalıdır bunlar,gözlerini yere indirdi istemem de yan cebime koy tavrıyla değil gerçekten eziklikle ''param da yok ki''dedi.'' Peki şöyle yapalım o zaman bunların nasıl üretileceğini göstereyim kendi çiçeğini kendin üret o zaman para almam'' dedim. Tamam o zaman dedi.Gözleri hala seradaki çiçeklerin ışıltısıyla akşam babamdan izin alır yarın okul çıkışı gelirim deyip mutlu bir şekilde yanımdan uzaklaştı.
Çok normal bir olay işte çocuk merakıdır merakını gidermek için yanınıza gelmiştir diye düşünebilirsiniz. Sanmıyorum. Ben düz lise mezunuyum.Bir kariyerim yoktu.Çeşitli şirketlerde çalıştım ki uluslar arası paket servisiydi çoğu en son çalıştığım şirketin iflasından dolayı. İşsiz kalmıştım. Ablamın zirai i ilaç bayisinde çalışmaya başladım çim tohumları da satıyorduk. Hafta sonlarım boştu. Nasıl değerlendirim derken aklıma pazar yerinde çim tohumu satmak geldi.Bir üreticinin tezgahının yanında küçük bir bölüme 2 kutu çim tohumu küçük paketler halinde çiçek tohumları satmaya başladım. Soran çoktu ancak alan yoktu. 3-4 hafta sonra bir teyze geldi çim tohumları hakkında sorular sordu bende az çok anlattım. İyi anlatmışım ki satın alırım ancak siz ekeceksiniz dedi.Ben anlamam dediysem de öğrenin ve siz ekin , ekim ücreti neyse onuda veririz. Araştırdım sordum ve öğrendim çim ekmeyi. Sonuç tam başarı . Ve o apartmanda yazlıkları olan bir kaç kişinde çimlerinin tesisini yaptım .Her yeni düzenlemede yeni şeyler öğrenirken yenide müşteriler buldum. Ve bu günlere geldim. Öncelikle hala görüştüğüm ve bu mesleğe teşvik eden Mükerrem teyzemin ellerinden hürmetle öpüyorum.Şimdilerde çocuk iken evimiz büyük bahçesine bilmeden ektiğim ve yeşermeyen çeşitli meyve tohumlarıyla çok uğraşmıştım.Arkadaşlarım okul çıkışı sağda solda oyun oynarken ben evimizin büyük arka bahçesinde bu işlerle uğraşıyordum. Yazları tütün ekiyor kışları da zeytinlerimizi topluyorduk o sıralar bile ne yapar eder dayak yemek pahasına tarlalardan kaçardım. Ne tütün kırmayı severdim nede zeytin toplamayı. Ancak bağımsız olarak o bahçede yağmurda, sıcakta, bitkilerle tohumları ekmekle zamanımı geçirirdim. Çocuk aklı işte.Demek ki o zamandan beridir içimde gizli kalan şey bitkiler üzerineymiş. Şimdilerde tamamen botanik denizindeyim. Hatta hastalık derecesinde . Bir insan önce işini severse hem başarıdır hemde maddi anlamda gelen para çok kutsaldır. Bu o kadar mesleği benimsemeydi ki Karşıyaka sokaklarında gezerken gözlerim ya bahçelerde yada başım yukarıda balkonlarda ki bitkilerdedir. Bir gün yine gözlerim yukarıda balkon saksılarında ki çiçeklere bakarken ekip otosu karşımda belirdi. Neyse kimlik filan verdim hemen o arada polis memuru''neden balkonlara bakıyorsunuz'' diye sordu. Ben dedim çiçek-fidan işiyle uğraşıyorum. Çiçeklere bakıyordum mesele bu. Neyse sicil temiz tabii :)'' İyi de ben sizi hiç görmedim Karşıyaka'da'' dedi.''Bende sizi hiç görmedim '' diyerek kimliğimi alıp yürüdüm.(Çiçek hırsızımıyım ben.)
Demek istediğim öncelikle önümüzdeki yıllarda en çok gündeme gelecek olan mesleklerin başında Tarımla ilgili ,toprakla ilgili meslekler gelecek. Bu beslenme ihtiyacının gereği,(artan nüfus) . Gün geçtikçe malum Ekim alanları daralıyor. Yağmurlar yağmıyor yağsa bile uygunsuz mevsimlere dağıldı. Ormanlarımız ki evrensel olarak yok ediyoruz..Önce bir fidan ekmekle başlamalıyız iklimleri geri getirmeye.Ve gerçekten kaygı duymadan bu işi sevenler bu mesleği edinsin.Önce yürekte sevgiyle başlasın bu tip meslekler inanın saygısı bizlere binlerce ürün olarak (oksijen,su ve yitmemiş toprak olarak geri gelir.) Ve küçük bir saksı çiçek bakmayı sevdirmeliyiz çocuklarımıza. Ahmet çok teşekkürler sana. Bunları bana yazdırdığın için. Ve çocukluğumdaki benle beni konuşturduğun için.
Levent ÖZCAN
-- Ahmet.
-- Kimin oğlusun ?
-- Babamın oğluyum.
-- Soy adın nedir senin ?
-- Toprak.
-- Bu köylü değilsiniz yani ?
-- Evet biz Aşağı kırıklar'dan geldik. Zeytin toplamak için.
-- Hımmm. Demek ailen zeytin toplarken sende, hasat bitene kadar bu köyün okuluna
devam ediyorsun
-- Hı hı ... Bu çiçekler sizin mi ?
-- Evet benim. Beğendin mi ?
Gözleri ışıl ışıl çiçeklere hayranlıkla bakıyordu. 9-10 yaşlarında mavi önlüklü elinde evrak dosyasına benzer çantası, üzeri az buçuk kirli bir kot pantolonu, bu kirliliğin aksine bembeyaz yakasıyla bu büyümüşte küçülmüş çocuğu hayranlıkla izlemekteydim.
-- Bizim evde de sümbül soğanları şimdilerde filizlenip çiçek açmaya başlamıştır.Her sene ben onların diplerinden yeni yumruları alıp evimizin bahçesinin boş köşelerine ekerim.Nergisleri de aynı şekilde hep ben çoğaltırım.Çok hoşuma gidiyor ,yavru yumruları alıp başka yere ekip çiçeklendiklerini görmek , hele ki kokularını koklamak gibisi yok.
-- Demek çiçekleri çok seviyorsun ? Bu arada gözlerini çiçeklerden ayırmadan.
-- Hemde nasıl. Ancak 3 senedir buraya geldiğimiz için ne nergislerin ne sümbüllerin çiçeklerini görmek koklamak nasip olmuyor. Bi geçen sene solmuş çiçeklerini görebildim yine de kokuları üzerindeydi. Mis gibi hala kokuyorlardı.
Bu kadar hayranlıkla çiçeklerini anlatıyor olması hoşuma o kadar gitti ki ne soracağımı bocalarken '' nereden duydun peki bu bahçede çiçek olduğunu''diye soruverdim. Bu soru karşısında sanki çiçeklere bakmakta suçmuş gibi biraz irkildi
o ışıl ışıl gözleriyle beni şöyle bi sözdü.
-- Siz geçen gün bizim okulun Atatürk köşesine çiçek getirmemiş miydiniz ?
-- Evet.
Bu evet cevabı ile ürkekliğinin yerine cesareti geri gelmiş bir şekilde,
-- Ben öğretmenime sordum '' bu çiçekleri getiren kişi burada mı oturuyor'' diye.Ondan öğrendim sonra sizin mahalledeki arkadaşlarda da burada çiçekleriniz olduğunu duydum.Zaten siz Atatürk köşesine saksıları yerleştirirken ben hemen arkanızdaydım.Çok güzel çiçekler.Adları ney onların ?
Tek tek adlarını söyledim. '' Hı bilmiyodum bunları'' dedi.Sera içindeki çiçeklerin tek tek isimlerini söyledim.İşte nasıl çiçek açarlar ne zaman açarlar diye.
-- Beğendiğin bir çiçek varsa alabilirsin İstersen. 3-4 tanesinin ismini biliyordu ancak ilk defa değişik çiçekleri görünce iştahı artmıştı.'' Yok '' dedi.Bunlardan bizim oralarda yok hemde pahalıdır bunlar,gözlerini yere indirdi istemem de yan cebime koy tavrıyla değil gerçekten eziklikle ''param da yok ki''dedi.'' Peki şöyle yapalım o zaman bunların nasıl üretileceğini göstereyim kendi çiçeğini kendin üret o zaman para almam'' dedim. Tamam o zaman dedi.Gözleri hala seradaki çiçeklerin ışıltısıyla akşam babamdan izin alır yarın okul çıkışı gelirim deyip mutlu bir şekilde yanımdan uzaklaştı.
Çok normal bir olay işte çocuk merakıdır merakını gidermek için yanınıza gelmiştir diye düşünebilirsiniz. Sanmıyorum. Ben düz lise mezunuyum.Bir kariyerim yoktu.Çeşitli şirketlerde çalıştım ki uluslar arası paket servisiydi çoğu en son çalıştığım şirketin iflasından dolayı. İşsiz kalmıştım. Ablamın zirai i ilaç bayisinde çalışmaya başladım çim tohumları da satıyorduk. Hafta sonlarım boştu. Nasıl değerlendirim derken aklıma pazar yerinde çim tohumu satmak geldi.Bir üreticinin tezgahının yanında küçük bir bölüme 2 kutu çim tohumu küçük paketler halinde çiçek tohumları satmaya başladım. Soran çoktu ancak alan yoktu. 3-4 hafta sonra bir teyze geldi çim tohumları hakkında sorular sordu bende az çok anlattım. İyi anlatmışım ki satın alırım ancak siz ekeceksiniz dedi.Ben anlamam dediysem de öğrenin ve siz ekin , ekim ücreti neyse onuda veririz. Araştırdım sordum ve öğrendim çim ekmeyi. Sonuç tam başarı . Ve o apartmanda yazlıkları olan bir kaç kişinde çimlerinin tesisini yaptım .Her yeni düzenlemede yeni şeyler öğrenirken yenide müşteriler buldum. Ve bu günlere geldim. Öncelikle hala görüştüğüm ve bu mesleğe teşvik eden Mükerrem teyzemin ellerinden hürmetle öpüyorum.Şimdilerde çocuk iken evimiz büyük bahçesine bilmeden ektiğim ve yeşermeyen çeşitli meyve tohumlarıyla çok uğraşmıştım.Arkadaşlarım okul çıkışı sağda solda oyun oynarken ben evimizin büyük arka bahçesinde bu işlerle uğraşıyordum. Yazları tütün ekiyor kışları da zeytinlerimizi topluyorduk o sıralar bile ne yapar eder dayak yemek pahasına tarlalardan kaçardım. Ne tütün kırmayı severdim nede zeytin toplamayı. Ancak bağımsız olarak o bahçede yağmurda, sıcakta, bitkilerle tohumları ekmekle zamanımı geçirirdim. Çocuk aklı işte.Demek ki o zamandan beridir içimde gizli kalan şey bitkiler üzerineymiş. Şimdilerde tamamen botanik denizindeyim. Hatta hastalık derecesinde . Bir insan önce işini severse hem başarıdır hemde maddi anlamda gelen para çok kutsaldır. Bu o kadar mesleği benimsemeydi ki Karşıyaka sokaklarında gezerken gözlerim ya bahçelerde yada başım yukarıda balkonlarda ki bitkilerdedir. Bir gün yine gözlerim yukarıda balkon saksılarında ki çiçeklere bakarken ekip otosu karşımda belirdi. Neyse kimlik filan verdim hemen o arada polis memuru''neden balkonlara bakıyorsunuz'' diye sordu. Ben dedim çiçek-fidan işiyle uğraşıyorum. Çiçeklere bakıyordum mesele bu. Neyse sicil temiz tabii :)'' İyi de ben sizi hiç görmedim Karşıyaka'da'' dedi.''Bende sizi hiç görmedim '' diyerek kimliğimi alıp yürüdüm.(Çiçek hırsızımıyım ben.)
Demek istediğim öncelikle önümüzdeki yıllarda en çok gündeme gelecek olan mesleklerin başında Tarımla ilgili ,toprakla ilgili meslekler gelecek. Bu beslenme ihtiyacının gereği,(artan nüfus) . Gün geçtikçe malum Ekim alanları daralıyor. Yağmurlar yağmıyor yağsa bile uygunsuz mevsimlere dağıldı. Ormanlarımız ki evrensel olarak yok ediyoruz..Önce bir fidan ekmekle başlamalıyız iklimleri geri getirmeye.Ve gerçekten kaygı duymadan bu işi sevenler bu mesleği edinsin.Önce yürekte sevgiyle başlasın bu tip meslekler inanın saygısı bizlere binlerce ürün olarak (oksijen,su ve yitmemiş toprak olarak geri gelir.) Ve küçük bir saksı çiçek bakmayı sevdirmeliyiz çocuklarımıza. Ahmet çok teşekkürler sana. Bunları bana yazdırdığın için. Ve çocukluğumdaki benle beni konuşturduğun için.
Levent ÖZCAN
13 Ocak 2011 Perşembe
Merhaba Çiçek Sevenler...
Yeni bir yılla birlikte ister bahçede, ister balkonda ve hatta salonlarda yetiştirdiğimiz, gözlerinin içine baktığımız bitkilerimizin bakım zamanı başlıyor.
Öncellikle merhaba bitki sevenler...
Ocak ayı genel anlamda çoğu bitki türlerinin uyku dönemidir. Dolayısıyla besin ve su ihtiyaçları oldukça azdır. Bu dönemde yapılabileceklerin en başında mevsimsel budamalar gelir.
Şöyle yapalım öncelikle; pek çok bitki var ve ayrı yörelerde farklı isimlerle adlandırılırlar. Bu isim karışıklığını ortadan kaldırmak için bazı zamanlar Latince adları ile yazmak bitkilerimizi karıştırmamak adına isabetli olacaktır.
OCAK AYINDA BAHÇEMİZDE YAPILACAK BAKIM ÇALIŞMALARI:
Güller: Eylül budaması yapılmadıysa güllerinizi toprak seviyesinden bir karış yükseklikte bırakarak üst dallar alınmalıdır. Bunu yaparken, bitki çatısını mutlaka genç sürgünlerden oluşturmalısınız. Bir kökte yerine göre 3-4 ana dal bırakıp, gelişmemiş yaşlı dalları almalısınız. Eğer üretim yapmak istiyorsanız budamış olduğunuz dallardan çelik alabilirsiniz. Bu ay içerisinde yine sarmaşık gülleri de budanmalıdır.
ÇELİK ALIRKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR:
- Bir çeliğin uzunluğu 15-20 cm. olmalıdır.
- Çelik aldığımız dalın, gülünün dökülmüş olmasına dikkat edilmelidir.
- Çeliğin üstten bir iki yaprağı bırakılıp öyle çelikleme yapılmalıdır.
BAKIM:
Mantar ve aşırı soğuk iklimlerde yetiştirilen gülleri bu etkenlerden korumak için ''GÖZ TAŞI'' diye bildiğimiz, Bakır sülfat+Kireç (Bordo bulamacı) ile güllerimizin tüm gövdeleri ilaçlanmalıdır.
BAHÇEMİZDEKİ DİĞER BİTKİLER:
Meyve ağaçlarından tutun da diğer çalı gruplarına giren bitkilerin budanması bu aylarda başlar. Bu ayın soğuğundan korumak için MELİSA, JAPON GÜLLERİ, BEGONVİLLER, KAUÇUK v.b gibi bitkilerin budanması geciktirilmelidir. Ayrıca bu tip soğuğa dayanımı az olan bitkilerin toprakla bağlantı gövde kısımlarını yanmış hayvan gübresi ya da saman türü materyallerle sarmak iyi olur. Bitkinin büyüklüğüne göre naylondan da basit bir örtü yapılabilir. Limon dahil bu tip hassas bitkiler kar alan bölgelerde ancak limonluklarda yetiştirilebilir.
Bordo bulamacını tüm otsu bitkileriniz haricinde mutlaka kullanınız.
Ziraii ilaç kullanmayacaksanız, özellikle ''kabuklu bit'' parazitli bitkilerinizi mutlaka alandan uzaklaştırınız. Aksi takdirde diğer bitkilerinize de geçebilir.
ÇİMLER:
Bu dönemde yine tüm çim türlerinin gelişimlerinde duraksama vardır. Zaten sıcak iklim çimleri kış uykusundadırlar. (BERMUDA, UGANDA) Diğer serin iklim çim türlerine bu aylarda fazla müdahale edilmez bakım yönünden. Yabancı otların faaliyete geçeceği unutulmamalı, gerekli kültürel ya da kimyasal mücadeleye başlanmalıdır. Çim alanımız üzerindeki yapraklar toplanmalıdır. Bu arada salyangozların ve mantar hastalığının da nemden dolayı gelişebileceği unutulmamalıdır. (ÇİM ALANLAR KONUSUNDA KARŞILAŞTIĞINIZ SORUNLARI BANA MUTLAKA İLETİNİZ. ÇÜNKÜ ÇİM ALANLARI APAYRI VE GENİŞ YELPAZELİ BİR KONUDUR.)
SALON BİTKİLERİ:
Genelde salonlarımızda sıcak seven ve doğrudan güneş istemeyen bitkiler yetiştiririz. Bu aylarda hemen hemen hepsi gelişmelerini durdurmuştur, pek fazla bir şeye ihtiyaç duymazlar. Özellikle sulamaya çok dikkat edilmeli, gerekmiyorsa eğer sulamayı bırakmalıdır. Aksi taktirde bitkilerimizde çürümeler başlar.
Şimdilik bu kadar...İlerleyen günlerde belli başlı bitkilerin ayrı ayrı bakımlarını elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Aklınıza takılan bitkiler hakkında daima bana not bırakabilirsiniz. Sevgiyle kalın.
Levent ÖZCAN
11 Ocak 2011 Salı
Benim Dünyam...
Yazılası kelimeler
Neden çatışmakta yalnızlıklarımda...
Derin bir gecedeyim,
Elimde günden arta kalan ışıklı düşünceler.
Bunlardır anca ve anca iç çekebildiklerim.
Yalnızlıkların da perdesinin en ardında,
Uyuşurken gözler en koyuya,
Ellerimle yokladım sessizliği...
Haşmetinden eser yok şimdi, şu an günümün.
Kalabalık insan topluluklarından arttırdıklarımda,
Gevşetmekte beni nabzımın en derin fikri...
Kuytusundayım gecenin.
Hak yemiş düşüncelere üzgünüm.
Düşünmek çok basit ve en kolay,
Sermayesi afyon, heyecan, hayal,
Yedi harikalar diyarı olan bu dünyada...
Dinginim.
Asla kölesi değilim.
Tarihin yalancı çakma fiyordlarında,
Önce de sömürgedeydi geçmişlerim...
Katları katlanır kuleler yalnızlıklarında,
Şimdi de avutan ezilmişlik
Ve anlık geceyi aydınlatan
Tarihimin havai fişeklerindeyim...
10 Ocak 2011 Pazartesi
Gün(dem)...
Günümü yarıladım.
Uyku gözlerimden
Güneş süpürmüş kabus kalıntılarımı,
Sımsıcak eliyle okşuyor yüzümü.
Huzurluyum içten içten...
Telefonlarım da kapanmış,
Azcık öte kaçmışım metalik seslerinden.
Huzurluyum, mutluyum...
Çünkü
Çevremi güneş,
Günümü de ben aydınlatmış olacağım.
Arpa suyuna fazla meyilliyim biliyorum,
Tütünün de hatırı sayılır derecesinde...
Şu anda sildim hepsini beynimden,
Tek hedefim sonsuz mutluluğum.
Çıktım evimin büyük avlusuna,
Dikili Körfezi'nin mavisi
Yine en güzel manzarayı almış kucağına
Karadağ'ın zirveleriyle oynaşmakta...
Bahçemde günü kadehliyor
Sardunyalar, begonviller, polyanta gülleri,
Bu enfes tablo karşısında...
Bir kesitti bu günün bir saatinden,
Dizelemek yaşamın en mutlu enfesliklerini,
Daha çok mutluluk güzellik var yazılmaya değer
Doğduğum ve de yaşadığım bu ANCONOZ'da...
9 Ocak 2011 Pazar
Biliyor musun?..
Düşünülmesi gerekenleri okşadıkça,
Ağlıyor sözcükler...
En beklenmedik bir anda
Sayfaları mimliyorum mısralarla...
Nedir bu?
Doğurgan şiir günlerim de miyim?
Katışıksız sevdalara mı gebeyim?
Bilmek, bilmemenin ötesi,
Çardaksı günlerde güneşten sığıntıyım gölgelere,
Bir adım önde olmak
Bilgeliğin kutup yalnızlıklarında...
Ağlıyor sözcükler...
En beklenmedik bir anda
Sayfaları mimliyorum mısralarla...
Nedir bu?
Doğurgan şiir günlerim de miyim?
Katışıksız sevdalara mı gebeyim?
Bilmek, bilmemenin ötesi,
Çardaksı günlerde güneşten sığıntıyım gölgelere,
Bir adım önde olmak
Bilgeliğin kutup yalnızlıklarında...
7 Ocak 2011 Cuma
UMUT...
Kuşları gözledim
Avurdu çökmüş günlerin tam ortasına
Kanat izlerinde gurbet türküleri söyledim.
Çayımın, sigaramın ilk turfandasında,
Zincirleme kazalar yaşıyor öksüz düşüncelerim...
Çaresizliğe nazır kiracıyım,
Avurdu çökmüş günlerin ortasında
İsyan içinde şefkat türküleri söyledim.
Benliğimle, varlığımla ömrümün son baharında,
Tek bir halka ile aşka bağlı benim bu yüreğim...
Avurdu çökmüş günlerin tam ortasına
Kanat izlerinde gurbet türküleri söyledim.
Çayımın, sigaramın ilk turfandasında,
Zincirleme kazalar yaşıyor öksüz düşüncelerim...
Çaresizliğe nazır kiracıyım,
Avurdu çökmüş günlerin ortasında
İsyan içinde şefkat türküleri söyledim.
Benliğimle, varlığımla ömrümün son baharında,
Tek bir halka ile aşka bağlı benim bu yüreğim...
6 Ocak 2011 Perşembe
Ah Akşamlar...
Dönüyor akşamlar yine,
Nefretim kükürt dolu,Savurmak istiyorum gri gri,
Yalnız kaldığım bu saatlere.
Dönüyor akşamlar yine,
Bedenim metalik zevk yokuşu,
İsyanım avaz avaz, diri diri,
Yalnız kaldığım bu saatlerde.
Dönüyor akşamlar yine,
Gözlerim hüzün koyu,
Açlığım bir tene sımsıkı kilitli,
Hasret kaldığım bu saatlerde.
Dönüyor akşamlar yine,
Yüreğim bin bir aşk yolu,
Saygım sadece birine kenetli,
İhanetsiz kaldığım tüm bu saatlerde.
Ben Seni Böyle Seviyorum...
Çarıklarımı çıkardım,
İzin verirsen odası dört olan
Akışkanlığı dakikada bilmem kaç debi ile
Kanla, canla ölçülebilen
Tınlayan ismin yürek sesimde.
Çarıklı sevdiğinim.
Saygını asla sağır etmem
Aşkımın örs çekiçlerinde.
Seni
Seni çarıkla,
Seni
Seni varlığınla istemekteyim.
Off be,
Ben seni en fakir
Ama
Sana yakışan en zengin duygularla
Sevmekteyim.
Ben
Ben senin çarıklı sevicinim...
Anlatmak Sevdayı...
Azotsuz günler yaşıyordu,
Çöktü...
Sakinlikle gözlerini yatırdı,
Ufuğun görülebilecek kadar yakın
Düşünebilecek kadar uzak olduğunu anladı.
Elinde kırk yıllık çehresi umudunun,
Tek tek geçmişini yudumluyordu.
Depreşmiş acıların, sevinçlerin, sevişlerin, nefretlerin,
İşte ne varsa yaşanmışlıkların kaş dağları arası alnında,
Hepsine
Çatır çatır çattı.
Baştan beridir biliyordu belki,
Biliyorum, bana azıcık çıtlatmıştı
Seviyor olmanın bu kadar kolay,
İnandırmanın bu kadar zor olduğunu...
Azotsuz günler yaşıyordu,
Dehası göklerdi.
Un ufak edilmiş bulutlara çok hasretti.
Mart ayında sevişmeyi,
Nisan ayında oksijensiz kalmamayı öğretmeli,
Mayıs ayında yeşile örtünmeyi de,
Tüm insanlara...
Dayanılması zor sevdaydı onun ki...
Beklemeyi öğretirken, yitirmenin yüklemselliğinden kaçıp
Sunmalıydı yavan yaşamlara.
Baştan umut ekmeli ve tabi Nisan'ın cömertliğini dayatmalı
Dedi...
Düşünce kaftanını sırtına çalıp,
Yitip gitti kendi kendine
Bir misyoner edasıyla...
.........
Çöktü...
Sakinlikle gözlerini yatırdı,
Ufuğun görülebilecek kadar yakın
Düşünebilecek kadar uzak olduğunu anladı.
Elinde kırk yıllık çehresi umudunun,
Tek tek geçmişini yudumluyordu.
Depreşmiş acıların, sevinçlerin, sevişlerin, nefretlerin,
İşte ne varsa yaşanmışlıkların kaş dağları arası alnında,
Hepsine
Çatır çatır çattı.
Baştan beridir biliyordu belki,
Biliyorum, bana azıcık çıtlatmıştı
Seviyor olmanın bu kadar kolay,
İnandırmanın bu kadar zor olduğunu...
Azotsuz günler yaşıyordu,
Dehası göklerdi.
Un ufak edilmiş bulutlara çok hasretti.
Mart ayında sevişmeyi,
Nisan ayında oksijensiz kalmamayı öğretmeli,
Mayıs ayında yeşile örtünmeyi de,
Tüm insanlara...
Dayanılması zor sevdaydı onun ki...
Beklemeyi öğretirken, yitirmenin yüklemselliğinden kaçıp
Sunmalıydı yavan yaşamlara.
Baştan umut ekmeli ve tabi Nisan'ın cömertliğini dayatmalı
Dedi...
Düşünce kaftanını sırtına çalıp,
Yitip gitti kendi kendine
Bir misyoner edasıyla...
.........
Dipnot: Azot en hareketli bir elementtir ve yağmur yağdığında düşer. Azot, bitkilerin en fazla ihtiyaç duyduğu besin kaynağıdır. İklimimizin en yağışlı ayının da Nisan ayı olduğu bilinir ve bundan dolayıdır ki Nisan yağmurları bereketlidir.
5 Ocak 2011 Çarşamba
Bekleyiş...
Sabah 05:40
Hem zamanın penceresindeyim,
Hem de gerçek pencere.
Çift camlı, plastik doğramalı.
Yüzüm şafağa dönük.
Doğurganlığı,
Nur topu gibi derler ya hani,
Gecenin evladını doğurmasını,
Çığlık çığlığa ortalığın aydınlanmasını
Beklemekteyim...
Geçerken yeni uykulu düşünceler beynimden,
Güne başlamanın rahatlığındayım.
Şımarık bir çocuk gibi onu uyandırmalıyım...
Bir ebenin acı veren edasıyla,
Doğurtmalıyım onu en namahrem yerinden.
Gıdıklıyorum karşımdaki tepenin gece düşmüş yamaçlarını.
Karanlığı tekmeleyen ışık nefes nefese,
Gözlerimin bebeğiyle gecenin şafağının bebeği,
Keskin keskin göz göze gelmekte.
Hoş geldin sarı süpürge saçlı.
Hoş geldin yirmidört saatlik arkadaşım...
ÖZden CAN dizeler...
Haykırmaksa kelimeleri,
Sıvası dökülmüş duvarlara...
Tut badem çiçeği elime bir dem vur,
Güzelliğinle elim bahar bahar şiir yazsın.
GECE
Tel tel dökülüyor gece ellerime,
Oturmuşum bir davulganın (odunsu çalı) perdesine,
Etrafım pul pul yaprak.
İttirirken ağzımdan karanlığa şarkı kelimelerini,
Biliyorum, gerçekten herşey güzel olacak...
Yıldız yıldız ağlıyor gece,
Ellerimle kapatıyorum yüzümü,
Kocaman sevincim var bana ne.
Yıldızını tuttum, ayını parçaladım,
Pırıl pırıl yıkadım yarınım olacak gündüz hüznümü...
Sadakat yaşamda en büyük ikaramiye,
Yitirmemek gerek,
Bu hisle vurmak geceye
Çok acıdır çok, herşeyden bir anda vazgeçmek...
ÖZden CAN cümleler...
4 Ocak 2011 Salı
Vakti Geldi...Yaşamanın...
Gecenin tam alnındayım,
Uykusuzluğumu temizledim.
Biliyorum sabahlara ulaşacak mısralarım...
En çok hoşuma giden de ne biliyor musunuz?
Sabahın beşinde çaykaşığının sesiyle geceyi uyutmak..
Sabahı aynı sesle uyandırmak.
Kuşluk vaktinden sonra buram buram dağ kokan
Çığlık çığlığa serçelerin sesiyle
Güneşi avuçlamak...
Serzeniş...
Kopmuş nefret fırtınalarında,
Öksürmektesin kinini kan ve kan
Ciğer param parça...
Öfken bir biopsi bekleyişi
Yüreğimde atan ise can can...
İsyan mısraları desem de bunlar,
Haklılığın hafifletici bir pansuman...
Ölümden ötesi yok.
Zincirlendiğim bu kök,
Yazın sıcak, kışın soğuk,
Bilmem kaç yaşında başımda dönen bu çınar...
Hakkını teslim etmek lazım elbet,
Son nefesleri okşarken kelimeler,
Sen haklıydın,
Sanadır bu şiirler, ya kısmet...
Elbet bir gün beni sana tam anlatacaklar,
Gökyüzünde ışık saçan kayıp melekler...
Öksürmektesin kinini kan ve kan
Ciğer param parça...
Öfken bir biopsi bekleyişi
Yüreğimde atan ise can can...
İsyan mısraları desem de bunlar,
Haklılığın hafifletici bir pansuman...
Ölümden ötesi yok.
Zincirlendiğim bu kök,
Yazın sıcak, kışın soğuk,
Bilmem kaç yaşında başımda dönen bu çınar...
Hakkını teslim etmek lazım elbet,
Son nefesleri okşarken kelimeler,
Sen haklıydın,
Sanadır bu şiirler, ya kısmet...
Elbet bir gün beni sana tam anlatacaklar,
Gökyüzünde ışık saçan kayıp melekler...
İçimden Taşanlar...
Yiyorum doyasıya sayfaları,
Geceler gebe mısralara,
Ayrılıyorum ipsiz sapsız duygulardan,
Korkma ya!
Seviyorum çiçeği, böceği...anlasana.
En iyi arkadaşım bunlar benim, kalmasa da hatırı,
Üç mısra, dört mısra
Korkma, korkma...
Ben en iyi kestirme yolun
En bilinen yol olduğunu biliyorum.
Seni çiçekle böcekle
Seni mısra ile dizi dizi seviyorum...
Öksüz Kaldım...Sensiz...
Susmuşsa kuşlar sevgi dalında
Ya da uçup gitmişlerse,
Efkarını dağıtmak için
Yaktığın sigaranın dumanında
Kaybolmuşlarsa
Düşünmeden,
Ölmüşse zaman
Ve yıkılıp kalmışsa
Kucağına çaresizlik
Yalnızlıktır bu canım.
Kesişmişse
Tüm yolların bir kavşakta.
Ya da silinip gitmişlerse
Yaşam felsefenin haritasında
Tüm çizgiler...
Umutlar, ah umutlar
Suskunsun, çaresizsin
Ve yapayalnız kalmışsın
Dünyanın tam ortasında.
Günler, çaresizlik sarnıcında
Öğünüyor.
Elbet
Yine acı, yine umutsuzluk...
Ve ardında dağlar kadar büyük
Suskunluk...
Hadi kalk diyorum,
Ey ferman dinlemez yüreğim
Hadi
Hadi be...
Ağır basıyor biliyorum.
Çünkü yüreğimde sevgini hissettiğimde,
Ellerinin izi ellerimde
Gözlerinin izi gözlerimde kalıyor...
....................
L.ÖZCAN / 1991
YALNIZLIK
Yalnızlığın ayak sesleri geliyor,
ardımdan.
İnsanların içindeyim boğucu bir kalabalık.
Aniden düşüyor yüzüm kaldırımlara
anlamadan.
İşte bu ortamda bile,
İşte kalabalık çözeltisinde bile,
Sessizliğimle dibe çökenlerdenim.
ardımdan.
İnsanların içindeyim boğucu bir kalabalık.
Aniden düşüyor yüzüm kaldırımlara
anlamadan.
İşte bu ortamda bile,
İşte kalabalık çözeltisinde bile,
Sessizliğimle dibe çökenlerdenim.
BİR SU TANESİ......
Denizine renk veren gökyüzü,
Çatmışsın bulutlarını yine,
Ukalaca karartmışsın gözünü,
Yatay maviyi delilendirip yine,
Köpük köpük AĞLATMAKTASIN...
Diz çökmüş nefesin kıvrım kıvrım,
Yatay mavinin yanağını okşarken,
Bir anda yükselip kızgın kızgın,
Zeytin ağaçları ile dalaşırken,
Yaprak yaprak doğayı ACITMAKTASIN...
Öfken kudretin atmosfer dışı sıcaklığı atlatsa da,
Titreşmekte tüyü yeni bitmiş yavrular olsa bile,
Çakma fiyordların martı yuvalarında.
Ne kadar çirkinleşsen de, çirkefleşsen de
Şimdi damla damla yeşili YAŞATMAKTASIN...
Sessizliğimin Sesi...
Anlatması zor,
Bir cümleye hükmetmek için bile olsa,
Yaşam belirtileri olan kelimeler
Bir anda son nefeslerini veriyor.
Pandomimli günler yaşıyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)