Çam ağaçları
Çam fıstıkları
Şelaleler
Ballar arılar.
Keçi koyun çıngırakları.
___/
Kuzeyimde Ayvalık
Batımda Dikili.
Güneyimde Çandarlı.
Ta ileriler de Şakran Aliağa...
Denize girintili çıkıntılı uzanmış durumdalar.
Denizin öteberisinde Midilli adası...
Adanın tam Güney boğaz karşısında Karaburun.
___/
Çam yaprakları huşu içinde rüzgara ara ara senfoni veriyor.
Okuduğum bir kitabın 2 sayfasında geçen olaydan etkilenip koşup gelmiştim Bergama Kozak yaylasına.
Öyle etkilendim ki o kitaptan, 40 Kilometrelik Dikili-Bergama arası yolda geçmişi yaşıyor gibiydim.
___/
Geçmişi çarpıtabilirsiniz!
Tarihi işinize geldiği gibi yazabilirsiniz!
Aslında geçmişe şahit olan Asırlık ağaçlardır!
Aslında en sadık tanıklar, kendi mecrasında kıvrıla kıvrıla akan ırmaklardır derelerdir, çağlayanlardır.
Dağlardır, kocaman kocaman kayalardır. Yüzyıllardır, bitmek bilmeyen yıllık devinimleriyle yeşeren çayırlar, kır çiçekleridir.
Bunları yok ederseniz bırakın tarihi kendimizi yok ederiz. Aç kalan ahtapotun kendi ayaklarını yemesi gibi!
___/
Bir gözüm renkli.
Bir gözüm siyah beyaz.
Yol boyunca kendimi, Bergama'yı işgale giden, Yunan askeri gibi, Rum çete üyesi gibi hissederek siyah beyaz gördüm o işgal dönem geçmişini.
Bazen aslıma döndüm. Doğduğum bu bölgenin o dönemlerde ki halkı gibi eziklik, yetimlik hissettim.
Oysa ki okuduğum iki sayfalık bir tarih için Kozak yaylasına gitmekteydim.
Ve varmıştım. Ege Denizinin Kuzeyine hükmediyordum, Kozak yaylasının en zirvesinden...
___/
Huşu içinde dalgalanan ve senfoniler fısıldayan çam ağacının asırlık gövdesine yaslandım.
Kınalı kayalar çepe çevre, tek yıllık çimenler yemyeşil çakıldan büyük taş motifleri serpiştirilmiş bu kocaman halı satıh üzerinin misafir doğasındaydım..
Dalıp gittim hikayeye...
___/
Pat pat peşi sıra takır takır silah sesleri!
Hemen toparlandım.
Arabamın olduğu yönde 4-5 atlı!
Tüfekler havada !
Dedim "herhalde domuz" süreğindeler !
İçlerinden bir tanesi ayrılıp bana doğru at sürdü!
Ayağa kalktım.
Kefiye sarılmış fes, kartal kanatlı yelek, yakasız gömlek, belde kuşak, potur şort, körüklü çizme !
Elinde tüfek, sırtında saz!
"Yok artık, herhalde ya mesire var yada dizi çekiliyor" dedim!
Ben şaşkınlıkla bakarken bu efe kıyafetli kişiye, o attan inip yularını bıraktı, hayvanın.
Nutkum tutulmadı değil hani.
___/
"Ne ararsın be kızan buralarda" diye sordu.
"Ben buraları severim, arada sırada kaçıp gelirim çam ağaçlarına su başlarına" dedim.
"İyi edersin, nerdensin" diye sordu.
"Dikili'denim" dedim ve "siz hayırdır bu kıyafetler silahlar ,atlar!" diye merakla sordum.
___/
Yüzünde belirgin çizgeleriyle, kaşları iplik gibi ve çatık, muntazam dolgun bıyıklarıyla kelimeleri anlaşılır ama Ege şivesine çakırkeyif meyilli konuşan bu kişi bağdaş kurup oturdu. Bana da eliyle otur işareti yaptı. Bende karşısına bağdaş kurdum.
"Demek Dikili'densin"
"Aslında ben Bademli Köyündenim" dedim.
"Bademli" diye düşündü. Tarif ettim köyümü.
"Ha şu yarısı Rum yarısı Yörük olan Anconoz Köyündensin"
"Eskiden öyleydi şimdi Oranın adı Bademli ama Rumlar yok artık" dedim.
Elimde ki cep telefonuma bakarak gülümsedi..!
"Siz bu kıyafetlerle hayırdır" dedim.
Gülümsedi..!
"Tamda ben Kozak efeleriyle bir ilgili olay okumuştum ne tesadüf Efe kıyafetli biriyle karşılaştım" dedim.
Arabamı gülümseyerek(!) inceleyen yüzü gerildi, kaşları çatıldı.
"Hangi efelermiş onlar de bakiim" diyerek bana döndü.
"Vallaha o okuduğum kitapta efe isimleri yazmıyordu" dedim.
Kaşları çatık bir şekilde "Hangi olaymış o" diye sordu.
Nerden bilecek diye içimden geçirirken, " Bergama'da Bir Sarı Kadı varmış zamanında ve o kadı (alaycı bir gülümse ile "eee" dedi) O kadı işte Dikili ovasında ki köylünün tarlalarını zorla elinden almış ki ve o zamanında zorla sahibi olduğu tarlalardan iki parçası da bizimdi. Bir tarlanın adı "Kanlı tarla" idi onu araştırırken....." derken bana sus işareti yaptı.
"Ben anlatayım sana" dedi.
Ben hayret içinde kaldım.
"Buyurun" dedim.
"Biz Kozaktayız kızanlarla, Rum çeteleri kıyıda, köşede, yamaçta kalmış Çepni-Yörük köylerine baskın veriyorlardı."
"Biz derken" diye soracakken gülümsedi(!) sus işaretiyle sustum.
"Sultan Abdülaziz Han Teşkili Vilayet kanunu çıkarmış, Sonrası Abdülhamit Han dönemi.
Haberimiz yok, okuma yok bilgi yok.
Kanunu okumayı bilen kendine yontuyor. Boşluk ta çok. Gündüz şehirde ahali olanlar gece dağlarda, başta Rumlar olmak üzere karışık milletten eşkıyalık yapan çok. Zabitanlar çaresiz. Çare olsalar bile hükümleri adaletsiz."
___/
(Sanki O günleri yaşamış gibi anlatan bu kişiyi dikkatle dinlemeye devam ediyorum...)
___/
"Duyarız adalarda Balkanlarda isyan vardır. Yunanıdır, Bulgar'ıdır, Sırp'ıdır, Ermeni'sidir isyan eder. Her isyan haberinde burada ki kalıntıları ayrı ayrı canlanır ayrı ayrı şımarıklaşır. Ayvalık'tan tut Madra Dağı oradan gel buraya, Kozak Yaylası Yağcı bedir göçerlerine, in aşağıya tee Dikili ovası Yörüklerine, Çepnilere kadar aman vermezler. Keserler asarlar soyarlar haraçlanırlar."
Acı bir gülümseme ile " Zabitan bizi kovalar! bizde bu devşirme çeteleri kovalarız!
"Haşa biz İstanbul'a karşı durmayız ancak muhbirlik çok! Birinin tarlasında gözün mü var, birinin makamında gözün mü var at çamur, izi kalsın. Tarlaya da konarsın, makama da! Nicedir geçmişle övünen kızanlarını nice cenklerde şehit veren ahali, korkmaktan bile korkar durumda. Kadısından tut katibine kadar devlet işi marifetiyle kanun kanundur diye diye susturulmuş halk, anası tokluk yolunda avlanmış, kara tavuk yavruları gibi aç bil aç sersefil yuvalarında ciyaklamaktadırlar."
Derin bir nefes aldı ve devam etti.
"Hal böyle iken Dikili Ovasından Üç köylü geldi yamacımıza. Buyur ettik dertlerini dinledik" derken cep telefonum çaldı.
Sinirden telefonu kayaya çalacaktım! Anında telefonu tamamen kapattım!
Gülümsedi...
___/
"Şu kıvrıla kıvrıla akan su var ya, ovaya can verir. Tee burdan denize ulaşana kadar beslediği topraklarda yetişen pamuğu, tütünü satın almak için Rejisidir, Tüccarıdır bin takla atarlar. İyi kâr ediyorlar demek ki bir sene öncesinden anlaşırlar köylü ile."
"Gelen üç köylü Dikili Çaltan köyündenmiş. Karşı kıyı Midilli Adasından tayinle buraya kadı olarak atanan "Sarı Kadı" lakabını taktıkları kişi: yeni çıkan kanunu bahane ederek zorla yok parasına tarlalarını satın almak istemekteymiş."
Ben "kartelleşme gibi bir şey mi " dedim.
Yine gülümsedi ve devam etti.
"Tarlalarını satmak istemeyenleri ova da bir mevkii de toplamış üzerlerine kurşun yağdırmış! Yaralı kalanlar sürüne sürüne uzaklaşırken tarlaları akan kanlarıyla kızıla boyamışlar"
"Hal böyle iken köylüler haklı, zorbalığı yapan kadı! hakkını kimden arayacaklar? Tüccar değiller ki Manisa'ya İzmir'e gitsinler, gidip orada bu olayı dile getirsinler. Ağam desinler paşam desinler bu toprak kanunu bizi bezdirdi. Hoş haber de gönderemezler. Tüccarıdır, rejisidir vilayetlere gidenler denize açılanlar hep ecnebidir."
"Kanun çıkar halk kanunu tam anlayana kadar, o kanun kalkar yeni kanun çıkar. İki öküzün çektiği kara sabanın ardında toprağa çizilen emekle iki parmak arasında kağıda yazılan mürekkep fermanının etkisi bir değildir. Toprak işleyenin değil toprak biçilen ekinlere değer biçenlerin günü olmuş."
"Saray adaletinin, kanununun mecralara ulaşmadan cılızlaştığı, hatta kuruduğu yada işte bazı vicdansızlar tarafından kanunların halka farklı mayalanıp, el koydum, astım, kestim dönemidir."
"Kısacası ecnebilerle kanunların devşirdiği makam sahiplerinin kol kola halkı ezdiği günlerdir. Bu dağlara biz asmak kesmek zorbalık için çıkmadık, kanunların zorlaştırdıklarını kolaylamak için çıktık. Yine derim ki biz saraya karşı değiliz sarayın eksik kaldığı yerlere yetişiriz."
"Gelen köylülere ne oldu?" diye sordum.
Biraz nefeslendi.
"Dediler ki Sarı Kadının zabitanlarının yanında Midilli'den gelen Rum çetelerde iş birlik içindeler, bize aman vermiyor! İlla ki kadı zoraki topraklarımızı alacak kendi merasını kuracak!. Ne zaman ki Kadının Midilli'li çetelerle Dikili ovasında zorbalık yaptığını duydum, tekrar sordum bak bu doğru mu? Bir Osmanlı kadısı kendi halkına ecnebilerle iş birlik içinde olup zulüm yapmaz! Ağalar dedim bak biz yalana kurşun yakmayız bu işin içinde bir alengirli iş varsa yanan siz olursunuz dedim."
Yüzü acıma dolu bir ifade ile "Gariban gariban karşımda oturan hiç bir lafa karışmayan köylüden biri "Efem dilersen bir kaç kızan gönder misafir edelim kendileri olup biteni sual etsinler, ahanda biz ordayız zulüm her gece hanemizde akan kandan giden canlardan kızıllaşmış kanlı tarlada orda dedi" "Bu çıkışa sözüm şu oldu: tamam dedim üç tane kızan gönderecem siz bu gece burda misafir olun dedim. Üç kızan çağırdım yanıma. Böyle iken böyle imiş, varın gidin soruşturun işin aslı astarı nedir diye kızanları ovaya gönderdim."
...
"Ertesi gün kızanlar geri geldi, olay harfiyen yanımızda bekleyen üç köylünün anlattığının aynısıymış"
Düşünceli tavırla " Köylülere dönerek, Eh iş başa düştü ağalar nerede kıstırılır bu zorba kadı anlatın bakalım dedim" diyerek devam etti.
" Mera edindiği yerde büyük bir çiftlik kurmuş, Rum ve sair ecnebi ayak takımını burada beslermiş. Çitliğe baskın veririz dedim. Ne var ki köylüler çiftliğe baskın kızanlar için kırıcı olur, kadı efendiye ulaşmak zor olur dediler." Hem biz, ne Kadının kanı aksın nede kızanların kanı aksın isteriz ha şu var şımaran Rum'udur ecnebisidir Kadı'nın kurduğu bu çetenin canı cehenneme dediler."
Ben hayretler içinde içimden "Yok artık sen kalk gel Kozak Yaylasına, 1800 lü yılların sonlarında geçmiş belki de çoğu insanın bilmediği bir olayı Efe kıyafetli birinden sanki o günlerde; (şu tarihe tanıklık eden doğa içinde) bu kişiden ayrıntıları ile dinle! "Pes" dedim.
Gülümseyerek:
"Ne o daldın" dedi.
"Yok yok dinliyorum siz devam edin" dedim.
" Üç köylüden Kadının en çok nerelerde dolaştığını öğrendik. Dediler ki Kadı perşembe günü Demirtaş köyü mescidinde halk toplansın diye haber göndermiş oraya gelirken kullanacağı yol üzerinde bulunan "U Taşı" mevkiinde kadıya pusu atmaya karar verip köylüleri ağızlarını sıkı tutması için tenbihleyip iki kızanla birlikte gönderdik."
"Çarşamba gecesi indik Dikili Ovasına. Daha önce köylülerle gönderdiğimiz kızanlarla buluştuk. Onların kılavuzluğunda
pusumuzu atıp beklemeye başladık."
Bağdaş kurduğumuz toprağa kuru çam sopasıyla bir harita çizdi.
Sopanın ucuyla haritada "Biz burdaydık Kadı burdan gelecek ki bu yoldan Demirtaş'a gitmek için geçmemesi mümkün değil" dedi.
Ben hayretler içinde "Biz derken" diye soru anlamında yüzüne şaşkın ve gıpta ile baktım.
Çatık kaşları ile kırışık anlı hafif gülümsemesiyle bir anda düzeldi ve devam etti.
"Aslında biz Kadı Efendiyi Kozağa kaldırıp misafir edip köylünün haksız yere alavere kanunla çöktüğü topraklarını geri vermesine zorlamaktı amacımız. Kadı dediğin muhakemedir, haktır biz bunu bileriz. Kanunlar halka zorluk değil kolaylıktır. Bizimde başımızda "yakala" fermanı var elbet ancak bizim cana mala kastımız yok. Ecnebi tüccarların köylüden: pamuğudur, tütünüdür, meşe palamudu, ekinidir alımlarında alın terleri tuzunun ucuz gitmemesidir maksadımız. Ve bir Osmanlı kadısının hangi kanunda yazar ki Osmanlı zabitanı bir yanda Rum ve ecnebi çete ayak takımıyla birlikte kendi halkına zorba yaptığı. Hoş zorla topraklarını elinden almak istediği köylüler arasında Rum köylülerde var !
Ve devam etti.
"Maksadımız kan akıtıp can almak değildi, öyle olsa idi kaypakça pusu kurmaz, mertçe kadının Çiftliğini basardık. Nihayetinde belki bu kurşun yağmurunda Kadı da ölmüş olurdu. Onun ölmüş olması yaşamasından köylüye daha zarar verirdi. Çünkü "allem edip kullem" edip kanunla üzerine geçirdiği tarlaları geri almamız mümkün olamazdı."
Bir süre sessizlik ki bazı şeyleri başaramamış duygu sesiyle daha düşük bir tondan devam etti.
"Perşembe günü tüm gün bekledik! Tarlasına tapanına gelip-gidip köylüden başka geçen olmadı. Karanlık çöktü iki kızan yolladım Çaltan Köyüne. Bir süre sonra geri geldiler. Köylünün de haberi yokmuş Kadıdan!
Bu Efe kıyafetli adam ve sanki Kızanların Efesiymiş gibi anlatışı ile "Acaba rüyada mıyım" diye çaktırmadan işaret parmağımı baş parmağımla eklem yerinden avucumun içine kuvvetlice bastırıp burktum. Acı duyuyordum asla rüya değildi.
"Cuma oldu. Anladık ki dedim ya "muhbirlik yılları" Sarı Kadı pusuyu bir vakit öğrenmiş doğruca Ayvalığa kaçmış. Bir ay geçti Kadı İstanbul'a yerleşmiş. Orda göreve başlamış. Kozağın yamaçlarında zabitanlar bu süre içinde görünmediğine göre demek ki biz doğru yoldayız dedim. Kızanları topladım. Çiftlikte geride bıraktığı Kadının Kızı Naciye ve damadı Tevfik'e haber verin korkmasınlar kendileri ile konuşacağımı haber etmesi için iki kızanı göndermeyi karar kıldık."
"Ertesi gün kızanlar geldi görüşmeyi kabul etmişler. Vardık. Çaltan köyünden bazı ileri gelenlerle Kadının Merasında ki çiftliğe, böyle şöyle derken köylünden zorla alınan tarlaları geri aldık"
" Şimdi sen bildin mi Dikili sokakların da çarşaf çarşaf bağırarak satılan lezzetli karpuzların yetiştiği Kadı Merasının hikayesini."
" Yada hala Kanlı Tarlalarda yetişen Pamuğun kalitesinin nereden geldiğini"
"Siz kimsiniz" dedim.
Gülümsedi... "Ben İşte o kızanların Efesiyim" dedi.
"Bırak dalga geçmeyi" diyecek cesaretim yok. Her şey o kadar net ki hayal desem değil rüya desem rüya değil.
"Diğer Atlılar kimdi peki" diye sordum.
"Onların hepsi kızandı nihayetinde ölünce hepsi efe oldu. Kimi işgal dönemlerinde Yunan askerlerine yaptıkları baskınlarla zarar vermiş efeler, kimi Alman'ın "elimde kanun var ben buldum ben alırım" şımarıklığıyla Zeus sunağının kaçırılmasını eli kolu bağlı izleyen efeler, kimi burada yetişen çam fıstığının, üretilen balın, peynirin, pekmezin yünün çalınmamasına göz kulak olan efeler."
"Kestel barajına karşıcı, altın madenine karşıcı olanların hepsinin, bu kozak yaylasında makamları efeliktir. İsimleri sanları bilinmez olanlar vatanın işgalden kurtulması için dağa çıkanların, tek dal kırılmasın bir taş kaybolmasın diye mücadele edenlerin yanında, Efsun askerleri ile çatışırken gövdesini Ali Çetinkaya kızanlarına siper eden şu kocaman kaya kızandır.
"Çam ağaçlarını işaret ederek, "Bizi gölgeleyen, yeri geldiğinde yağmur çağıran yeri geldiğinde, sis oluşturan bizi gizleyen bize nefes veren şu çam ağaçları ordusuda kızanlardır. Etrafında piknik yaptığınız kıvrıla kıvrıla akan dereler birer kızandır..."
"Neden onlar kızandır. Cansız yada insan olmadıkları için mi efe değillerdir?" diye sordum.
Gülümsedi...
"Onların efeliğinin değeri yok edilince unutulunca anlaşılacaktır!" cevapladı.
"Peki buraya gelen herkese mi böyle karşılıyorsunuz nasıl bir tiyatro bu" diye sordum.
"Biz herkese görünmeyiz, adımızın sanımızın, yaptıklarımızın peşinde olanların bir satır dahi olsa tarih yapraklarında bizi okumuş olanların belki de iç sesiyiz diyerek kestirip attı.
Ben bu son sözünün ardından "Sazda çalıyorsunuz" dedim.
"Ne zaman bir fukara cendereden kurtulursa ne zaman zulmün başını ezmişsek, halk adına günü, ayı kurtarmışsak zeybek ritmimizle neşelenir, türkü yakarız efelenir zeybek safında dizilir." dedi.
"Bende saz çalarım" derken karşı koruluktan atlılar göründü.
"İsminiz nedir" diye sordum.
Yüzüme baktı, "Kızanım gitmem lazım" diyerek ayağa kalktı.
İleride otlanan atını çekti getirdi.
Atına bir hamlede bindi "sende bir Türkü yak bize uzakta olsa, yakında olsa tınısı sözü ulaşır bize" diyerek uzaklaştı. Diğer atlılara karışarak çam ağaçlarının arasından gözden kaybolup gitti.
Ben bu yaşadığım anların etkisiyle: yayladan eve gelip kağıdı kalemi sazı tezeneyi nasıl elime aldığımı bilmeden beni "KIZAN" diye niteleyen efenin ağzı ile çaldım ve söyledim.
Şimdi bu yazdığımı çaldığımı söylediklerimi dinlediklerine eminim...
Gün gelir bende "EFE" olur, gelecek nesillere görünürüm...!
____/
SARI KADIYI KAÇIRAN İSİMSİZ EFE TÜRKÜSÜ
yetiş geldi köylüden
indim dikili ovasına
kadı baykuş olmuş
konmuş halkın tarlasına
kurşunlar yağmış canlara
kan damlamış toprağa
kozaktan geldim dostlar
düşman bir yara
kadı ayrı bir zorba
koştum tez geldim dostlar
kanunu yormuş
kadı kendi kârına
biz dağların efesi
zeybek halkın öz ritmi
zulüm nerede ise
çökeriz biz ensesine
ineriz biz tepesine
kadı kaçtı istanbula
düşman geçti denizi
düşman sevdi denizi
isimsiziz a dostlar
bir gün söz olur
bizide anarlar
selam olsun kızanlar
bir gün saz olur
bizide çalarlar
bahar olsun yurduma
bir güneş doğar
dört bir yanı kaplar
Levent ÖZCAN